Bloğumuzu Beğendiniz mi?

İlk Gece Pozisyonları

Erkek Üstte
Herkes bu klasik pozisyonda başlar; erkek üstte, kadın altta, yüz yüze. Günümüzde basında bu pozisyon, olumsuz eleştirilere maruz kalmaktadır. Belki eski moda olduğundan, belki de ataerkil olduğundan dolayı. Esasında bu pozisyon, o kadar da kötü değildir. Kuvvet almak, sevgilinizle yakın temasda olmak ve hamile kalmak isteyenler için, bu pozisyon idealdir. Kadın iki bacağını yana doğru açabilir veya bacaklarını ğöğsüne doğru çekebilir. Bu her iki pozisyonda erkek kadının en hassas dış cinsel organına elle manipülasyon için erişemez, ama ilk pozisyonda ğöğüslerine erişebilir.

Bu pozisyonda bir kaç varyasyon sözkonusudur. İlki; kadın iskemlede veya alçak bir yatağın ucunda oturur, erkek dizlerinin üzerinde penisiyle vajinaya girebilir. Seks terapistleri her ne kadar bu pozisyonun klasik poziyondan daha da zevk verici olduğunu iddia etseler de, coğu insan bu pozisyonun yakın temas konusunda eksik kaldığını düşünmektedir.
İkincisi; kadın karnının üstüne yatar ve erkek arkadan vajinaya girer. Çoğu kadın için bu pozisyon, G-noktasını uyarır ama penisin rahim boynuna çarpması da acı verebilir. Yüz yüze olamama dezavantajı olsa bile çoğu çiftin favori pozisyonu arasındadır.

Kadın Üstte
Bu pozisyon çok tavsiye edilir, çünkü seksin hızı kadının kontrolü altındadır. Bu pozisyonda bir kaç varyasyon vardır. Kadın her iki diziyle erkeğin kalçasını sarar. Penisi içine aldıktan sonra ya dizlerinin üstünde sekse devam eder ya da bacaklarını uzatarak. Ayrıca erkeğin üstünde dim dik oturarak da ilişkiye devam edebilir. Bu pozisyon erkek için de oldukça uyarıcıdır ve kadının göğüslerini okşama fırsatı verir.
Bazen bu pozisyonda kadın erkeğe sırtını dönerek erkeğin üstünde olur. Bu pozisyon, her iki taraf için farklı duygular yaratsa da, yüz yüze olmamanın verdiği dezavantaj burada da geçerlidir.

Andızotu Kökü (İnula Helenium)

Bileşikgillerden; nemli yerlerde yetişen, 1 metre kadar sapı olan, bir çeşit ottur. Yaprakları büyük, yumuşak ve yuvarlaktır. Çiçekleri sarı renkte olup, acı ve kokuludur. Kökü kalındır. Meyveleri küçük fıstık kozalağına benzer.

Etkileri: Mideyi kuvvetlendirir. Balgam söker. Mikropları öldürür. Vücutta biriken tuzu atar. Üremi, nefrit, sistit, idrar yolları hastalıklarında faydalıdır. Nefes darlığını giderir. Karaciğer hastalıklarını tedavi eder. Kaşıntıları keser.

Kullanımı: Kök toz haline getirilerek 2 gramı su ile alınır.

Diğer Adları: İndus kökü, Andız kökü, Anduz kökü

Plörezi (plörit)

Plörezi, plevranın enflamasyonudur. Bu enflamasyon hem paryetal hem de viseral plevrayı kapsar.

Etyoloji: Plörezinin oluşumu ve gelişimi tek başına değildir. Alt ve üst solunum yolu enfeksiyonuna bağlı olarak gelişir.

Pnömoni tüberküloz, kollajen hastalıklar, göğüs travması, pulmoner enfarktüs, pulmoner emboli, torakostomi ve metastatik ile bağlantılı olabilmektedir.

Belirti ve bulgular:
  1. Kuru öksürük
  2. Ateş
  3. Halsizlik
  4. Soluk alıp verme ile artan ağrılar olur. Hasta soluğunu tuttuğunda ağrı azalır ya da çok az olur. Özellikle inspirasyonda, plevral zarların birbirine sürtünmesine bağlı olarak bıçak saplanır gibi ağrı olur.
  5. Yüzeysel solunum, solunum ağrıyı artırdığı için hastalar yüzeysel solunum yaparlar.
Plevralar arası sıvı oluşmaya başlayınca sürtünme olmayacağından ağrı da olmaz.

Tanı: Göğüs grafileri çekilerek konur. Ayrıca plevral sıvı, torasentez yapılarak alınır ve incelenir. Balgam çıkırılıyorsa balgam muayeneleri yapılır.

Tedavi: Plöreziyi oluşturan nedene göre yapılır. Örneğin, hasta tüberküloz enfeksiyonu geçiriyor ve buna bağlı plörezi gelişmişse tedavi, tüberküloz enfeksiyonuna yönelik yapılır.

Semptomlar giderilmeye çalışır. Ağrıya karşı sıcak, soğuk uygulamalar yapılır, analjezikler verilir.

Andızotu Kozalağı (Juniperus Drupecea)

Kışın yapraklarını dökmeyen bir ağaçtır. Bu ağacın kozalağı küremsi biçimde esmerdir.

Etkileri: Kuvvet verici olarak kullanılır. Ayrıca mikrop sökücüdür. Kurt dökücüdür.

Kullanımı: Kozalak toz haline getirilerek bal ile karıştırılıp kaynatılıp içilir. Ayrıca kozalağın su ile kaynatılmasıyla pekmez elde edilerek kullanılır.

Gizlilik Politikası

Gizlilik Politikasıhttp://hayatkurtaran.blogspot.com/ Sitesi olarak kişisel gizlilik haklarınıza saygı duyuyor ve sitemizde geçirdiğiniz süre zarfında bunu sağlamak için çaba sarf ediyoruz. Kişisel bilgilerinizin güvenliği ile ilgili tanımlar aşağıda açıklanmış ve bilginize sunulmuştur.

Log Dosyaları
Birçok standart web sunucusunda olduğu gibi http://hayatkurtaran.blogspot.com/ da istatistiksel amaçlı log dosyaları kaydı tutmaktadır. Bu dosyalar; ip adresiniz, internet servis sağlayıcınız, tarayıcınızın özellikleri, işletim sisteminiz ve siteye giriş-çıkış sayfalarınız gibi Standard bilgileri içermektedir. Log dosyaları kesinlikle istatistiksel amaçlar dışında kullanılmamakta ve mahremiyetinizi ihlal etmemektedir. İp adresiniz ve diğer bilgiler, şahsi bilgileriniz ile ilişkilendirilmemektedir.

Çerezler
"Cookie - Çerez" kelimesi web sayfası sunucusunun sizin bilgisayarınızın hard diskine yerleştirdiği ufak bir text dosyasını tanımlamak için kullanılmaktadır. Sitemizin bazı bölümlerinde kullanıcı kolaylığı sağlamak için çerez kullanılıyor olabilir. Ayrıca sitede mevcut bulunan reklamlar aracılığıyla, reklam verilerinin toplanması için cookie ve web beacon kullanılıyor olabilir. Bu tamamen sizin izninizle gerçekleşiyor olup, isteğiniz dahilinde internet tarayıcınızın ayarlarını değiştirerek bunu engellemeniz mümkündür.

Dış Bağlantılar
http://hayatkurtaran.blogspot.com/ sitesi, internetin doğası gereği birçok farklı internet adresine bağlantı vermektedir. http://hayatkurtaran.blogspot.com/ link verdiği,banner tanıtımını yaptığı sitelerin içeriklerinden veya gizlilik prensiplerinden sorumlu değildir. Burada bahsedilen bağlantı verme işlemi, hukuki olarak "atıfta bulunma" olarak değerlendirilmektedir.

İlgi Alanına Dayalı Reklamcılık Yayını
Web sitemizi ziyaret ettiğiniz zamanlarda reklam hizmeti vermek için üçüncü taraf reklam şirketlerini kullanmaktayız. Söz konusu şirketler, bu sitelere ve diğer web sitelerine yaptığınız ziyaretlerden elde ettikleri (adınız, adresiniz, e-posta adresiniz veya telefon numaranız dışındaki) bilgileri ilginizi çekecek ürün ve hizmetlerin reklamını size göstermek için kullanabilir. Bu uygulama hakkında bilgi edinmek için ve söz konusu bilgilerin bu şirketler tarafından kullanılmasını engellemek üzere seçeneklerinizin neler olduğunu öğrenmek isterseniz burayı tıklayın.

http://hayatkurtaran.blogspot.com/ Reklam sponsorlarıyla çalışmaktadır.

Sponsorumuz olan Google Adsense Reklamlarının yayıncısıdır. Google üçüncü taraf satıcısı olarak http://hayatkurtaran.blogspot.com/ 'da reklam yayınlamak için çerezlerden yararlanır.Bu sebeble Hem Google hemde DoubleClick DART çerezi kullanmaktadır bu sayede kullanıcılarının ilgi alanlarına göre Reklam yayınlama Tekniğini kullanmaktadır. Ziyaretçilerimiz ve üyelerimiz Google Reklam ve içerik ağı ve gizlilik ağı politikasının yayınlandığı Advertising and Privacy ? Google Privacy Center web adresini ziyaret ederk DART çerezinin kullanmamızı engelleyebilirler Özetle : Web sitemizi ziyaret ettiğiniz zamanlarda reklam hizmeti vermek için üçüncü taraf reklam şirketlerini kullanmaktayız. Söz konusu şirketler, bu sitelere ve diğer web sitelerine yaptığınız ziyaretlerden elde ettikleri (adınız, adresiniz, e-posta adresiniz veya telefon numaranız dışındaki) bilgileri ilginizi çekecek ürün ve hizmetlerin reklamını size göstermek için kullanabilir. Bu uygulama hakkında bilgi edinmek için ve söz konusu bilgilerin bu şirketler tarafından kullanılmasını engellemek üzere seçeneklerinizin neler olduğunu öğrenmek isterseniz bu linkten PDF dosyasını indirerek belgenin A ekinden daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz
http://www.networkadvertising.org/pd...principles.pdf

İletişim
http://hayatkurtaran.blogspot.com/ sitesinde uygulanan gizlilik politikası ile ilgili;her türlü soru, görüş ve düşüncelerinizi bize blog.hayatkurtaran@gmail.com adresinden iletebilirsiniz.

Tuvalet Alışkanlığı ve Temizliği

Sindirim sisteminin düzgün çalışması için düzenli dışkılama alışkanlığının önemi büyüktür. Bu nedenle günde bir kez dışkılamayı sağlayacak şekilde bol posalı besinler, meyve, sebze yenmeli, hareketli bir yaşam sürdürülmeli, bol sıvı alınmalıdır. Tuvalet kullanımından sonra tuvalet kağıdı ile önden arkaya doğru temizlik yapılmalı, böylece dışkıda bulunan mikroorganizmaların komşu organlara bulaşması engellenmelidir. Tuvalet kağıdı ile temizledikten sonra bölge yıkanıp kurulanmalıdır. Elle temizlik yapılması sağlıksız bir davranıştır. Tuvalete mutlaka bol su dökülmeli, çıkışta eller, bol sabunlu suyla iyice yıkanmalıdır. Ortak kullanılan tuvaletlerde kapı ve sifon kolları, musluk başları eller yıkanmadan tutulmamalıdır.

Temizlikte kullanılan sabun, havlu, tarak, fırça gibi araçlar kişilerin en özel araçlarıdır. Kesinlikle ortak kullanılmamalı, temizliklerine özen gösterilmelidir. Ortak kullanılan manikür araçları, kesici aletler, bazı hastalıkların (Hepatit B, AIDS vb.) bulaşmasına neden olabildikleri için mümkünse, herkesin kendine ait olmalıdır.

Andız Katranı (Juniperi Drupecea)

Bitkinin dal ve gövde parçalarının yakılması ile elde edilen maddedir. Siyah renkte, şurup kıvamında keskin kokulu bir sıvıdır.

Etkileri: Solunum ve idrar yolları hastalığına karşı etkilidir. Haricen hayvanların deri hastalıklarında kullanılır.

Kullanımı: Şurup haline getirildikten sonra önerilen miktarda bal ile karıştırılarak alınabilir.

Türkiye'de Sosyal Psikolojinin Gelişmesi

Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de sosyal psikolojinin kökenlerini psikoloji ve sosyolojide bulabilirsiniz. Bundan ötürü, bu akademik çalışma alanlarının kurumsal tarihçesini kısaca gözden geçirmekte yarar vardır.

İstanbul'da Psikolojinin Başlaması
Birand, Toğrol (1956) psikolojinin İstanbul Üniversitesinde ilk defa 1. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıktığını belirtmiştir. Bu başlangıç, İstanbul Üniversitesinde bir reform sonucu misafir Alman profesörlerin çalışmaları ile oluşmuştur. Bu devrede Binet Zeka Testi Amerika'daki 1916 basımından bir yıl önce 1915'te Türkçe olarak basılmıştır (Tan,1972)

Savaşın bitiminden sonra, psikoloji İstanbul Üniversitesinde Mustafa Şekip Tunç yönetiminde felsefenin bir parçası olarak devam etmiştir. Bu devrede psikolojinin folklor ve edebiyatla da ilişkili olduğunu görüyoruz. Gene bu devrede psikoloji bir ders olarak öğretmen okullarına ve liselerine girmiş ve Tan'ın (1972) belirttiği gibi çocuk psikolojisi konusunda bir ders kitabı basılmıştır.

Bu ilk gelişmeler psikolojinin bir akademik çalışma alanı olarak başlangıcını belirlemekle beraber, bu devrede sosyal psikolojiye genel psikolojinin bir alt dalı olarak bile rastlamıyoruz.

1933 yılında İstanbul Üniversitesi yeniden düzenlenmiş ve bu tarihten sonra çeşitli ihtisas alanlarında Alman profesörler gene bu üniversiteye gelmişlerdir. Bunlardan Wilhelm Peters 1943'te gelecek pedagoji ve deneysel psikoloji kürsülerini içeren Pedagoji Enstitüsü ile ilk psikoloji laboratuvarını kurmuştur. Bu devrede Mümtaz Turhan da Almanya'da doktorasını tamamlayarak Deneysel Psikoloji Kürsüsüne katılmıştır. Aynı sürede Genel Psikoloji, Esat pedagoji, deneysel ve genel psikoloji kürsüleri birbirlerinden ayrılarak ayrı birimler olarak çalışmalarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir.

1950'lere kadar olan devrede de İstanbul Üniversitesinde sosyal psikolojiye bir çalışma alanı olarak rastlamıyoruz. Ancak Siyavuşgil, Tunç ve Peters'in folklor, psikoloji ve antropolojinin ilişkilerini içeren yazıları, kültürel psikoloji diyebileceğimiz bir yaklaşıma öncü olmuştur. Bu yaklaşım, 1940'ların sonunda Mümtaz Turhan'ın Türkiye'deki bazı göçmen grupların kültürleşmesi incelemelerinde de görülmektedir. Bu incelemeler Kültür Değişmeleri adı altında basılmıştır. (1951)

Ankara'da Sosyal Psikolojinin Gelişmesi
Ankara'da psikoloji ve sosyal psikoloji iki merkezde gelişmiştir: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve Gazi Eğitim Enstitüsünde ders vermiş olması belirtilmeye değerdir.

Bugün dünyanın ileri gelen sosyal psikologlarından biri olan Muzaffer Şerif'te bu devrede Columbia Üniversitesinden doktorasını alıp önce Gazi Eğitim Enstitüsünde sonra da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde ders vermiştir. Muzaffer Şerif aynı zamanda Türkiye'de ilk defa gerçek anlamda sosyal psikolojik bir araştırmayı da gerçekleştirmiştir.

Şerif'in kavramlaştırmaları öğrencilerinin ve daha sonra araştırmalar yapan sosyal bilimcilerin sosyolojik ve sosyal psikolojik çalışmalarını etkilemiştir. Özellikle köy sosyolojisi ve sosyal değişme konularında daha sonra yapılan bazı araştırmalarda Şerif'in ilk defa kullandığı bazı kavramlara yer verildiğini görüyoruz (Örneğin; Mübeccel Kıray, 1964; İbrahim Yasa, 1955; 1969, Fatma Başaran, 1967).

1945'te Şerif ve Ankara Üniversitesinde ders vermekte olan ABD'de eğitim görmüş, araştırmaya yönelik diğer bazı sosyal bilimciler Türkiye'den ayrılınca Ankara Üniversitesindeki sosyal bilim ve bu arada sosyal psikoloji faaliyetleri uzunca bir zaman için durmuştur. Bu devrede Birleşik Felsefe-Psikoloji Sosyoloji Kürsüsü ziyaretçi Amerikalı profesörler tarafından yönetilmiştir.

1950'den Sonraki Devre
1950'lerin sonları ve özellikle 1960'larda sosyal psikoloji Türkiye'de gelişmeye başlamıştır. Bu gelişme hem kurumsal düzeyde hem de araştırmalar ve araştırmacılar düzeyinde görülmüştür.

Bu devredeki iki önemli kurumsal oluşum Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesiyle Hacettepe Üniversitesinin kuruluşudur. Her iki üniversiteye de yurt dışında, özellikle ABD'de eğitim görmüş genç sosyal bilimciler girmiş ve her iki üniversitede de sosyal psikoloji dersleri verilmeye başlanmıştır. ODTÜ'de sosyal psikoloji faaliyeti Sosyal Bilimler Bölümü içinde; Hacettepe'de ise Psikoloji Bölümü içinde oluşmuştur. Ankara Üniversitesi Dil - Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Eğitim Fakültesi, Sosyal Hizmetler Akademisi ve Siyasal Bilgiler Fakültesine bağlı Basın-Yayın Yüksek Okulu gibi öğrenim kurumlarında da sosyal psikoloji derslerinin verilmesiyle Ankara'nın sosyal psikoloji için bir merkez durumuna geldiğini görüyoruz.

Özellikle 1960'larda sosyal psikolojik araştırmalarda sayı bakımından artma ve konular bakımından çeşitlenme görülmektedir. Bu araştırmalar genellikle araştırıcı-betimleyici nitelikle olmakla beraber bazı kuramsal yaklaşımlar şu genel konuları kapsamaktadır: Yetkecilik (otoriteryenizm), bağımlılık ve başarı güdüsü ile özellikle kırsal araştırmalarda genel bir sosyal değişmenin kavramsal çerçevesi.

1970'lerdeki Gelişmeler
Türkiye'de sosyal psikolojinin gelişmesi 1970'lerin yarısında hızlanmıştır. Bu devrede yeni bir kurumsal gelişme, İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesinin kurulması ve 1974'te bu üniversitede sosyal psikoloji, psikoloji ve siyasal bilim programları ortak olarak yer almaktadır.

Gerek Boğaziçi Üniversitesinde gerek diğerlerinde sosyal psikolojik araştırmalar, 1970'lerde hem sayı hem de kuramsal-yöntemsel yaklaşım bakımından hızlı bir gelişme göstermiştir. Bu araştırmaların genel çizgilerini şimdiden çizebilmek biraz güç olmakla beraber bu araştırmalarda kuram geliştirilmesine ve hipotez sınamasına bundan öncekilerden genellikle daha fazla önem verildiği söylenebilir. 1960'lardaki araştırmalarda önem kazanan gelişme ve sosyal değişme çerçevesinin 1970'lerde devam ettiğini görüyoruz.

Ruh Sağlığının Önemi

Ruh sağlığı, kişinin kendisi ve çevresi ile uyum hali olarak tanımlanabilir. Ruhsal yönden sağlıklı kişiler her hareketinde tutarlıdırlar, bir başka deyişle kendileri ile barışıktırlar ve hayattan ne istediklerini bilirler. Farklı görüşlere karşı hoşgörülüdürler, herhangi bir başarısızlıkta dünyanın sonu gibi endişe duymazlar.

Günümüzde ruh bilimi (psikoloji) ve ruh hekimliği (psikiyatri) ruh sağlığı konularını işleyen iki önemli bilim dalıdır. Ruh bilim kişilik, davranış ve düşünce özelliklerini çevre şartlarına bağlı olarak inceleyen bilim dalıdır.

Ruh hekimliği ise ruhsal hastalıkların özelliklerini ve bunların tedavi yöntemlerini inceleyerek ruh hastalarını topluma kazandırmaya çalışır.

Ruhsal bozukluklar, bazı bedensel hastalıklar şeklinde belirtiler gösterebilir. Bu nedenle ruhsal ve bedensel hastalıklar birbirleriyle yakın ilişkidedir. Örneğin stres mide asidini artırarak ülser başlamasına sebep olabilir. Yine 2. Dünya Savaşı'nda bombalanan kentlerdeki kadınlarda âdet kanamalarının kesildiği görülmüştür. Ruhsal hastalıklara bakış, tarihsel süreçte oldukça farklılıklar göstermiştir. Orta çağ'da ruh hastaları şeytanla iş birliği yapıyor diye yakılmışlardır. Osmanlı Devleti'nde ise bu hastalara, özel bakım evleri gerektiği düşüncesi oluşmuş, ilk akıl hasta hanesi Kayseri ve Manisa'da kurulmuştur. 19. yüzyılda ruh hastalıkları tedavisi yönünden önemli bir aşama gerçekleşmiş, Avusturyalı Hekim Sigmond Freud'un (Sigmund Froyd) Psikoanaliz yöntemi ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın 2. yarısında ise bu hastalıkların tedavisinde birçok ilâç kullanıma girmiştir. Günümüzde hastaların toplumdan soyutlanıp kapalı yerde tutulması yerine, etkin tedavilerle en kısa sürede kendi çevresine katılabilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Anason (Pimpinelle Anisum)

Maydanozgillerden, yarım metre kadar yükseklikte bir bitkidir. Yaprakları yuvarlak ve böbrek şeklindedir. Çiçekleri beyaz, meyveleri küçüktür. Kokucu ve yakıcı lezzettedir. Temmuz ve ağustos aylarında toplanır. Batı Anadolu'da yetiştirilmektedir.

Etkileri: Anne sütünü artırır. Sinirleri yatıştırır. Hazmı kolaylaştırır. İştahsızlığı ve yemeklere karşı duyulan tiksintiyi giderir. Mide ve bağırsak gazlarını söktürür. İdrarı arttırır. Kusmaları ve ishali keser. Migren ağrılarını keser. Beyin yorgunluğunu giderir. Uyku verir. Kalbi kuvvetlendirir. Kan dolaşımının düzenli olmasını sağlar. Cinsel arzuları kamçılar. Astım, nefes darlığı ve bronşitte görülen şikayetleri giderir. Öksürüğü keser. Yaşlılarda meme sarkmasını önler. Fazla miktarda kullanıldığı zaman uyuşukluk verir. Adet kanamalarının düzenli olmasını sağlar. Ancak, adet kanamaları ve hamilelik döneminde kullanılmaz.

Kullanımı: Toz halinde 0,5-1 gramı suda kaynatılarak içilir.

Diğer Adları: Nanahan, Enison, Raziyenei-Rumi

Amber Baris (Berberis Vulgaris)

2 metre boyunda çalı şeklinde, sarı çiçekli bir ağaçtır. Kökü acıdır. Yaprakları ve yemişi tatlıdır. Seyrek ormanlarda bulunur. Meyvelerinde bol miktarda C vitamini vardır. Meyveleri, kabukları ve kökü kullanılır.

Etkileri: İştah açıcı olarak kullanılır. Karaciğer ve safra kesesi hastalıklarını iyileştirir. Ateşi düşürür. Hazım bozukluklarını giderir. Bağırsak iltihaplarını tedavi eder. Öksürüğü keser. Mideyi kuvvetlendirir. İştah açar. Ağız yaralarını iyileştirir. Kan dolaşımını düzenler. Yüksek tansiyonu düşürür. Siyatik, romatizma ve eklem ağrılarını giderir.

Kullanımı: Hekim tavsiyesiyle önerilen miktarlarda kullanılır.

Diğer Adları: Karamuk ağacı, Sarı odun, Sarı ağaç, Kadın tuzluğu

Çocuk Bakımı

Çocuk büyütülürken dikkat edilecek noktaların başında temizlik gelir. Çocuğun temizliği kadar ona bakan ve ilgilenen insanların temizliği de önemlidir.

Yeni doğan bebeklere eller sabunlanmadan dokunmamalı, bebekler kirli elbiselerle kucağa alınmamalıdır. Elden geldiğinde küçük bebekler öpülmemelidir. Bebek, dışkı ve idrar yaptığında bezi değiştirilmeli, ılık su ile yıkanmalı ya da silinmelidir. Pudra, krem vb. sürülmemelidir. Bebeklerin her gün yıkanmaları gelişimleri açısından yararlıdır. Daha huzurlu ve sağlıklı olurlar; rahat uyurlar.

Bebeğin sağlıklı büyümesinde giysilerin de önemi büyüktür. Bebeğe pamuklu, penye kumaştan rahat tulumlar, elbiseler giydirilmelidir. Giysiler hareketi kısıtlamamalıdır. Bebeği kundaklamak yanlış bir uygulamadır. Bazı çocuklarda doğuştan kalça çıkığı vardır. Kalça çıkığının ilk ve en etkili tedavisi, kalın ara bezi koyarak kalça ekleminin dışarıya doğru açık durmasını sağlamaktır. Eğer bebek kundaklanırsa, bu tedavi engellenmiş olur. Bu bebekler ileride sakat kalabilirler.

Bebekler, günün uygun zamanlarında açık havada gezdirilmeli, güneşlendirilmelidir. Çünkü kemiklerin güçlenmesini sağlayan D vitamini, vücutta güneş ışınlarının etkisi ile yapılır. D vitamini eksikliğinde raşitizm hastalığı meydana gelir. Bu hastalıkta kemik büyümesinde bozukluklar ortaya çıkar. En çok yaşamın ilk 2 yılı boyunca görülür. Çocuklarda çarpık bacak ve bitişik dizler dikkat .eker.

Çocukların doğumdan itibaren düzenli aralıklarla sağlık kontrollerine götürülmesi de çocuk bakımında önemli bir unsurdur. Bu kontrollerde, çocuk bakımı ile ilgili geniş bilgiler sağlık personelinden alınabilir. Çocukların gelişimleri izlenir, hastalıklardan korunmaya, hastalıkların erken tanı ve tedavisine yardımcı olunur.

Yaban Mersini (Vaccinium Myrtillas)

20-50 cm boyunda, yaprakları çok dallı, fundagiller familyasından, odunsu bir bitkidir. Çiçekleri beyaz ve pembedir. Karadeniz bölgesinin dağlarında çok miktarda bulunur. Meyvelerinde; organik asitler, şekerler, pektin, tanen ve mirtilin denilen bir boya maddesi ile A ve C vitaminleri vardır. Yaprakları ve meyveleri kullanılır.

Etkileri: Antiseptiktir. Sindirim ve idrar yollarındaki mikropları temizler. Yaprakları şeker hastalığında faydalıdır. Meyvesi dizanteride etkilidir. İshali keser.

Kullanımı: Meyveleri ve yaprakları kullanılır.

Diğer Adı: Ayıüzümü

Amber Kabuğu (Croton Elutheria)

Antil adalarında yetişen ''sığla ağacı'' denilen ağacın kabuğudur. Kabukların dışı kahverengiye yakın gri, içi ise sarıdır. Yandığı zaman hoş bir koku verir.

Etkileri: Dizanteriye iyi gelir. İshali keser. Hazım bozukluklarını giderir. Kansızlıkta faydalıdır. Anne sütünü arttırır.

Kullanımı: Kabuk kurutularak toz haline getirilip suda kaynatılarak hekimlerin tavsiye ettiği miktarda içilir.

Aile Kavramı ve Toplumdaki Yeri

En eski en küçük sosyal birim olan aile, örf, âdet, sevgi, saygı ve hukuk kurallarına göre kurulmuş olan temel ve kutsal bir kurumdur. Aile, içinde bulunduğu toplumun özelliklerini taşır, kültürünü yansıtır. Bunun yanı sıra kendi iç yapısı ve işleyişi vardır. Toplumla sürekli alışveriş içinde olan bir kuruluş olarak çalışır.

Aile, eşlerin duygusal ve biyolojik gereksinimlerini karşılayan yasal bir birliktir. Çocukların bakımının yapıldığı, yetiştirilip eğitildiği aile ortamında; ortak amaçları, inanışları, kuralları olan insan birlikte yaşarlar.

Çocuk eğitimin yapılabileği en etkin ortam ailedir. Kişilik gelişimi, çocukların toplumun değer yargılarına uygun olarak yetiştirilmesi öncellikle aile ortamında sağlanır. Toplumsal kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması ailede başlar, okulda ve çevrede sürdürülür. Toplumsal değişime bağlı olarak sanayileşme ve kentleşme aile yapısını etkilemiştir. Sosyal bilimciler yapısına göre aileyi çekirdek ve geniş aile olarak ikiye ayırırlar.

Çekirdek aile; ana, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşur.

Geniş aile ise; ana, baba, çocuklar, çocukların eşleri ve çocukları, anne ve babanın kardeşlerini de içerir. Yani üç kuşağın bir arada yaşadığı geleneksel aile yapısıdır.

Çekirdek aile, büyüklerin geleneklerden aldıkları güçle aile düzenini sağladıkları geniş aileye göre daha yalnız ve desteksizdir. Bu nedenle özellikle bu tip ailelerde, aile bütünlüğünün korunmasında eşlere daha fazla sorumluluk düşmektedir. Ruhen bu sorumluluklara hazır olmayan eşler için evlilik yaşantısı zorluklarla doludur. Evliliğin yürütülmesi her iki eşin de özveri, iyi niyet, hoşgörü, birliktelik ve dayanışma göstermesine bağlıdır. Bu da birbirine danışma ve uzlaşmayı, bencillikten sıyrılmayı gerektirir.

1926 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu'yla güçlendirilen aile kurumu, anayasamızda da ''Aile, Türk toplumunun temelidir.'' hükmüyle yer almışlar.

Vatan ve millet sevgisinin temelinin atıldığı aile, toplumun da temelini oluşturur. Toplumu oluşturan ailenin düzenli olması, görevlerini yerine getirmesi, mutlu bir hayat sürdürebilmesi toplumun düzeninide sağlar. Bu nedenle toplum düzeninin sağlanabilmesi için aile kurulabilmesi, belirli yasal koşullara bağlanmıştır. Medeni kanuna göre evlenebilmek için erkeklerin en az 17, kadınların en az 15 yaşında olması gerektiği, yaşı 18'den küçük olanların ana baba izniyle evlenebilecekleri hükme bağlanmıştır. Kanun, birinci derecede yakın akrabaların birbirleriyle evlenmelerini yasaklamış, akıl hastalarının da hiç evlenemeyeceği belirtmiştir.

Amber (Physter Macrocephalus)

Kaşalot balığından elde edilir. Kül renginde balmumu kıvamında ve içinde sarımsı lekeler bulunan suda çözülmeyen bir maddedir. Kokusu hafif tadı acıdır.

Etkileri: Kalp kuvvetlendirici olarak kullanılır.Mide suyunu alır. Cinsel arzuları artırıcıdır. İshal ve kabızlığı giderir.

Kullanımı: Hekim tavsiyesi ile alınır.

Diğer Adı: Ak amber

Zeka Geriliği

Zeka geriliği, genellikle bebeklik ya da çocukluk döneminde zekanın normalin altında olması ve uyum davranışlarının bozukluğuyla ortaya çkan durumdur.

Zeka geriliklerinin saptanmasında en sık kullanılan yöntem, standartlaşmış zeka testleridir. Genellikle zeka bölümü 79'un altında olan kişilerin özel bakım ve eğitime gereksinim olduğu düşüncesi benimsenir.

Zeka geriliği, birbirine yakın zeka bölümü kategorileri dikkate alınarak da sınıflandırılabilir. Bunun için önceleri standart kategoriler, örneğin; idiot(aptal), embesil(budala), moron(ahmak) kategorileri kullanılırdı. Günümüzde, sınıflandırmada bireyin fiziksel ve toplumsal gelişmesi de göz önünde bulundurulmakta ve zeka bölümü (ZB) sonuçlarına ancak kabaca sınırlar saptamak amacıyla başvurulmaktadır.

Zeka geriliği olanların çoğunun zeka bölümü 50-79 arasındadır; özel eğitimden yararlanarak akademik ve meslek öncesi beceriler kazanabilirler. Zeka bölümü 20-49 arasındaki orta kategoriler olanlar ise kendi temel gereksinimlerini sözle bildirebilir ya da bir dereceye kadar kendi gereksinimlerini kendileri yerine getirebilirler. Bu durumda olanlar, bazı işlevsel beceriler kazanabilir, denetlenmek koşuluyla yarı beceri isteyen işler yapabilirler. Diğer yandan ağır durumda olanların hareket gelişimi yavaştır. Bedensel özürleri olabilir. İletişim kurmaları çok güçtür; ama yine de temel gereksinimlerini bildirecek kadar konuşabilir, kendilerine bakan kişiye yardımcı olabilirler. En ağır durumda olanlar, yani zeka bölümü 0-19 arasında olanlar geri zekalıların çok küçük bir bölümünü oluştururlar. Bunların hemen hemen tümünde çeşitli yapısal bozukluklar vardır. İdiotların en ağır olanları, uyaranlara neredeyse hiç tepki göstermezler. Hareket ve iletişim gelişimi çok yetersizdir. Bunların hastane ya da özel kurumlarda denetim altında bakılmaları gerekir.

Eğitim uzmanları da zeka bölümü sonuçlarını okulda gösterilen başarılarda bağdaştırmışlar, 50-79 arasında olanların öğrenim görebilir, 20-49 arasındakilerin eğitebilir, 0-19 arasında olanlarınsa denetlenmesi ve bakılması gerekenler olduğu sonucuna varmışlardır.

Çeşitli derecelerdeki zeka geriliğinin nedenleri arasında down sendromu (mongolizm) gibi genetik bozukluklar, menenjit gibi enfeksiyon hastalıkları, yapı ve oluşum bozuklukları, embriyo ya da dölüt evresinde ışınım ya da kurşun gibi toksik etkenlerle karşılaşma, kafa travmaları ve yetersiz beslenme sayılabilir. Erken çocukluk döneminde başlayıp ilerleyen, özellikle yoksulluktan kaynaklanan kültürel uyaran yetersizliğe bağlı olarak da zeka geriliği ortaya çıkabilir.

Geçmişte, zeka geriliği olanların bakımı ve tedavisi kendilerinden sorumlu kişilerin elindeydi. Günümüzde zeka geriliğine neden olan organiz bozukluklar tedavi edilmeye başlanmıştır. Geri zekalılar için özel eğitim okulları, meslek eğitimi veren özel atölyeler kurulmakta, anne ve babalara geri zekalı çocuğun bakımıyla ilgili eğitim verilmektedir. Zeka geriliği olanların çoğu, uyum sağlamalarına yardımcı olacak özel eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin katkısıyla bağımsız ve üretken bireyler olabildiklerini göstermişlerdir. En büyük sorun, ağır derece zeka geriliği olanların bakımıdır. Bunların sürekli gözetim altında bulunmaları zorunlu olduğundan, aile ortamına çok benzeyen bakım kurumları gerekmektedir.

Zatürre (Pnömoni)

Pnömoni: Akciğer parankim dokusunun enfeksiyonudur. Pnömonide bir tek hastalık seyri yoktur. Hastalığın seyri; etken mikroorganizmalara, kişinin bulunduğu ortama ve akciğerlerde hasara uğrayan yerin büyüklüğüne göre değişir.

Etyoloji: Bir çok bakteri türü pnömoniye neden olur.

Antibiyotiklerin kullanılmaya başlanması ile pnömoni mortalitesi düşmüş ise de insan ömrünün uzaması ve yaşlı nüfusunun artmasına bağlı mortalite oranında tekrar artışlar görülmektedir. Yaşlılarda görülen pnömokoksik pnömoni sıklığı; ülkemizde, yatış gerektiren 100.000 vakadan 139'u pnömoniye bağlıdır. Pnömoniye bağlı her 10 ölümden 9'u 65 yaş üstündeki hastalardır.

Etyolojik olarak pnömoniler dört şekilde sınıflandırılır.
  1. Bakterilerin orofarenjial mukozadan, alt solunum yollarına inmesi ve enfeksiyona neden olması.
  2. Kişilerin yaşadıkları ortamdan kaynaklanan pnömoniler (tipik ve atipik pnömoniler)
  3. Hastane kaynaklı pnömoniler (nosokomial pnömoni). Hastaya, hastanede kullanılan aletlerle ve asepsiye dikkat etmeyen hastane personeli tarafından bulaştırılır. Etkeni, antibiyotiklere karşı dirençlidir.
  4. İmmün sistemi çeşitli nedenlerle baskılanmış veya bozulmuş olan kişilerde ortaya çıkan pnömoniler, Granülositopeni (Lösemi ve diğer malign hastalıklarında olur, kemoterapi ve radyoterapiye bağlı olarak da gelişebilir.), organ ve kemik iliği transplantasyonları, kazanılmış immün yetersizlik sendromu (AİDS) gibi durumlarda görülür.
Pnömoniler, mikroorganizmanın yayıldığı alana göre de farklı isimler alırlar:
  1. Bronkopnömoni, bronşları ve bronşiolleri kaplayan, daha çok virüslerin neden olduğu pnömonilerdir. Lobüler pnömoni de denilir.
  2. Lober pnömoni, akciğerin bir lobunun tamamını kaplayan enfeksiyon vardır. Daha çok bakteriyel kaynaklıdırlar. Pnömokok pnömonisi de denilir.
  3. Segmenter pnömoni, akciğerin bir ya da birden fazla segmentinde enfeksiyon vardır, aralarda sağlam kısımlar olur.
  4. Aspirasyon pnömonisi, sıvıların, kusulan materyalin alt solunum yollarına anormal girişiyle meydana gelen pnömoni şeklidir. Aspire edilen materyale göre tablo daha da ağırlaşır, hayati tehlike vardır.
Pnömoni; organizmanın savunma mekanizmasının yıkımına bağlı olarak ortaya çıkar. Savuma mekanizmasının yıkım nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
  • Patojen mikroorganizmaların miktarının fazlalığı,
  • Mikroorganizmanın virülansının fazla olmasıdır.
Ayrıca:
  • Sigara içilmesi,
  • Bilinç kaybı,
  • Hipoksemi,
  • Alkol alımı,
  • Kortikosteroitler,
  • İmmünsüpresif ilaçlar,
  • Malnütrisyon, savuma mekanizmalarını bozan etkenlerdir.
Mikroorganizmalar akciğer dokusuna üç yolla girerler:
  1. Orofarengeal sekresyonların akciğere aspire edilmesi,
  2. Patojen mikroorganizmaların solunum yoluyla alınması,
  3. Kan dolaşımıyla yayılarak girerler.

Renk Körlüğü

Bazı insanlarda doğuştan var olan, bazı renkleri algılayamama durumu renk körlüğü (daltonizm) olarak adlandırılır.

Eğer bir kimse renk görmede yalnızca iki koni hücresi türüne sahipse bu koni hücreleriyle algılanabilen renkleri ve onların karşımılarını görüyorsa bu şekilde renk görmeye dikromatik (ikili renk) renk görme veya dikromatik renk körlüğü denir. Bu durumda olan insanlarda renk görme ile ilgili olan bir koni çeşidinin yokluğu düşünülmektedir.

Bir koni çeşidinin bulunmadığı dikromatik renk körlüğü, yol olan pigmentlere göre adlandırılır. Bunlara;
  • Kırmızı renge duyarlı koni hücreleri yoksa kırmızı renk körlüğü,
  • Mavi renge duyarlı koni hücreleri yoksa mavi renk körlüğü,
  • Yeşil renge duyarlı koni hücreleri yoksa yeşil renk körlüğü, denir.
Yalnızca tek renk konisinin bulunup iki renk konisinin olmadığı duruma ise monokromatik renk körlüğü adı verilir. Örneğin; yalnızca mavi rengi algılayan mavi renk konilerinin bulunup kırmızı-yeşil renk konilerinin bulunmadığı durumda kişi, kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edemez. Bu durum ise kırmızı-yeşil renk körlüğü olarak adlandırılır.

Renk görme ile ilgili her üç koninin de bulunmadığı durumda tam renk körlüğünden söz edilir. Tam renk körü olan kişi, her şeyi yalnızca siyah yada beyaz olarak görür.

Renk körlüğünün teşhisinde renk körlüğü ve renk bozukluğu tipinin belirlenmesine yarayan levhalar kullanılır. Renkli noktalardan oluşan bu levhalara renk görme bozukluğunu ve renk körlüğünü ortaya çıkaracak şekilde özel olarak renkli sayılar, şekiller veya harfler yerleştirilmiştir.

Bazı insanlar trikromat olmakla birlikte renkleri ayırmada yetersizdir. Bu durum renk görme bozukluğu (anomali) olarak adlandırılır.

Renk görme bozuklukları kalıtım yoluyla geçer. Erkeklerin %8'inde, kadınların %4'ünde renk görme ile ilgili bozukluk vardır. Yeşil renk görme bozukluğu en çok görülen durumdur. Görülme sıklığı açısından renk görme bozuklukları yeşil-kırmızı renk körlüğü ve kırmızı renk körlüğü şeklinde sıralanmaktadır.

Altınkökü (Cephealis İpecahuana)

Genellikle Güney Amerika'da yetişen bir bitkidir.

Etkileri: Bronşit ve üşütme hastalıklarında etkilidir.

Kullanımı: Hekimler tarafından tavsiye edilen miktarlarda kullanılır.

Diğer Adı: İpeka

Lobüler Pnömoni (Bronkopnömoni)

Löbüler pnömoni, daha çok küçük çocuklarda görülen pnömoni şeklidir. Lobüler pnömoniye bronkopnömoni de denilir. Bu tip pnömonilerde enfeksiyon önce hava yollarında daha sonra etraf dokularda gelişir. Lobüler pnömonide bir ya da birden fazla sahada enfeksiyon vardır. Enflamasyonlu alanlar arasında sağlam akciğer dokuları ile ayrılır.

Etyoloji: En sık 3 ay 3 yaş arasında ve kış aylarında görülür. Bakteriyel veya viral kaynaklı olabilir. Daha çok üst solunum yolunun viral enfeksiyonundan sonra görülür. Malnütrisyon, geçirilen diğer enfeksiyonlar, raşitizm risk faktörleri arasındadır.

Etken alt solunum yoluna ulaştığında önce bronşlarda daha sonra alveollerde enflamasyona neden olur. Enfeksiyonu lober değil lobüler yapar. Pnömoninin aşamaları rahatlıkla gözlenir.

Belirti ve Bulgular:
  • Burun kanadı solunum
  • 39-40 C(derece) olan ateş
  • Siyanoz
  • Dispne, taşipne, yüzeysel solunum
  • İnterkostal ve supraklavikular çekilme
  • Öksürük vardır.
  • Lökositoz, sedimentasyon hızı artmıştır.
Komplikasyonlar: Ampiyem, akciğer apseleri, orta kulak iltihabı (otitis media)'dır.

Tanı: Akciğer grafileri, tam kan sayımı, sedimentasyon hızı ile konur.

Tedavi: Uygun antibiyotik tedavisi başlanır. Solunumu rahatlatmak için gerekli pozisyon ve gerekirse oksijen verilir. Ayrıca semptomlara yönelik tedavi de uygulanır.

Ağızdan beslenemeyenlere nazogastrik sonda ile besleme yapılır. İV sıvı desteği sağlanır, yükleme yapılmaması için yakından izlenmelidir. Odanın nemli olmasına ve havalandırılmasına dikkat edilmelidir.

Bronşektazi

Bronşektazi, bronşların elastik dokusunun ve kas yapısının bozulmasına bağlı olarak bronşların bir daha normal şeklini alamayacak şekilde oluşan bronş genişlemesi ve distorsiyonudur.
Etyoloji: 19. yy.'da tanımlanan ve yaygın olarak görülen hastalığın görülme oranı; günümüzde çocukluk dönemi enfeksiyonlarının kontrolü, sosyo-ekonomik şartların düzelmesine bağlı olarak özellikle gelişmiş ülkelerde azalmıştır.

Günümüzde, tek taraflı ve bronşların alt kısımlarında bronşektazi daha çok görülmektedir.

Enfeksiyon, genellikle nazofarenjial floradaki bakterilerden kaynaklanır. Bu bakteriler, uzun süre hava yolları mukozasının normal savunma mekanizması ile birlikte dengededir. Viral bir enfeksiyonda bu denge hızla bozulur, alevlenmeler gelişir. Bu da kalıcı enfeksiyonlara ve sürekli iltihabına neden olur.

Bronşektazinin oluşumundan sorumlu üç mekanizma vardır:
  • Bronş lümeninin yabancı cisim yada bening tömürle tıkanması
  • Tüberküloz ya da fungusla enfekte olmuş bir lenf nodunun dıştan bronşa basınç yapması
  • Lober rezeksiyon sonrası hava yollarının bükülmesi
Bronşektazinin nedenleri arasında konjenital yatkınlık da söz konusudur (bronş ve bronş duvarındaki anomaliler).

Bronşektaziye neden olan diğer faktörler:
  • Enfeksiyonlar (tüberküloz, boğmaca gibi)
  • Bağışıklık sistemindeki bozukluklar
  • Çocukluk döneminde sık geçirilen solunum yolu enfeksiyonlarıdır. 

Belirti ve Bulgular:
  • Kronik öksürük vardır.
  • Balgam çıkarma; özellikle sabahları çok fazla olarak çıkarılır.
  • Balgam, kötü kokulu ve pürülandır. 
  • Balgam, bazen kanlı olabilir.
  • Nefes darlığı vardır. 
  • Morarma olur.
  • Çomak parmak bulgusu vardır.
  • Ekspirasyonda zorlanma vardır (nefes vermede)
  • Alevlenme dönemlerinde hemoptizi vardır.
  • Göğüs ağrısı olur.
  • Yorgunluk vardır. 
Hastaların yaşam beklentileri azalmış, yaşam kaliteleri bozulmuştur. Hastalığın seyri, bazen yıllarca aynı kalmakta ise de bazı hastalarda kısa sürede solunum yetmezliği gelişebilir.

Tanı: Düz akciğer grafileriyle bronşektazi tanımlanamayabilir. Bilgisayarlı tomografilerle rahatlıkla tanı konulabilir.
Bronşektazi nedenini araştırmak için kanda immünglabilin G tiplendirmesi yapılabilir.
Bronşektazide alevlenmeleri izlemek için eritrosit sedimentasyon hızı, CRP (C-re-aktif protein) gibi testler yararlı olmaktadır.

Günümüzde tanı için bronkoskopi ve bronkografiye fazla baş vurulmaktadır. Ancak fokal bronş obstrüksiyonu ve hemoptizi gelişmişse kaynağı araştırmak için bronkoskopi yapılabilir.
Balgam sitolojisiyle eozinofil sayılarak alerjik köken araştırılır.

Tedavi ve Bakım: Postüral drenajla bronşların temizlenmesi, tedavinin önemli basamağıdır. Postüral drenajda yer çekiminden yararlanarak hastanın sekresyonu boşaltılmaya çalışılır. Hastanın bulunduğu ortamın nemli olması, perküsyon ve vibrasyon drenajını kolaylaştırır. Ayrıca hastaya bol sıvı verilerek sekresyonu rahat çıkarması sağlanır.

Postüral drenaj, hastalara fizyoterapistler tarafından uygulanmalı ve aileye öğretilmelidir.
Alevlenme dönemlerinde hastalara antibiyotikler başlanır. Ancak miks bir enfeksiyon söz konusuysa bu duruma göre antibiyotik tedavisi uygulanır.
Ağır vakalarda İV olarak antibiyotikler verilir. Enfeksiyon tekrarlarında profilaktik tedavisi uygulanır.
İmmünglobilin eksiklerinde, bunların yerine konması yoluna gidilir. Ancak anaflatik reaksiyonlara karşı dikkatli olunmalıdır.
Bronşektazili bölge sınırlıysa cerrahi tedaviye başvurulabilir. Yaygın bronşektazilerde cerrahi tedavi uygulanmaz. Ciddi hemoptizi ve kontrol edilemeyen enfeksiyonlar söz konusuysa paliatif olarak cerrahi rezeksiyon düşünülebilmektedir.
Solunum yetmezliğine giden vakalarda akciğer transplantasyonu yapılmaktadır.

Bilinç Nedir?

Bilinç (şuur), herhangi bir anda insanın iç  yaşantılarının ve davranışlarının farkında olabilme yetisidir.

İnsanın içinde yaşadığı çevresi, yaşadıkları ve kendi varlığı ile ilgili bilgi sahibi olmasında bilincin rolü büyüktür. Bilinçli olmak düşüncelerimizden, ne yaptığımızdan, duygularımızdan haberdar olmamız anlamına gelir.

Psikolojide bilinci, deneysel olarak ilk inceleyen Wundt olmuştur. Wundt, bilincin incelenmesinde iç gözlem yönteminden yararlanmış, deneylerinde eğitilmiş denekler kullanmıştır. Bu deneklere yedirdiği (söz gelimi, çikolata) yiyeceklerin tadının birbirinden farklı hangi duyumların (tuzlu,ekşi,acı,tatlı) birleşmesi olduğunu söylemelerini ve ''sıfırdan ona'' kadar aralıklar bulunan tabloda işaretlemelerini istemiştir. ''0'' bir tadın hiç olmamasını, ''5'' orta düzeyde olmasını ''10'' çok yüksek olmasını gösterir. İşaretlenen puanlar birleştirilerek elde edilen şekil, yiyecek maddesine ilişkin bilinçli yapının bir görünümü olarak kabul edilir. Wundt, bilincin analizini yaparken her bilinçli deneyim için ses, renk, koku, tat, dokunma gibi duyusal öğelerin yanında onunla ilgili, önemli başka öğeler de olduğunu söyler. Bu diğer öğeler, duygulardan oluşmuşlardır. Bir başka deyişle her bilinçli deneyim, bedenin dışındaki ve içindeki uyarılardan oluşur. Kişi, dış dünya ve iç dünyaya aynı anda tepki gösterir. Örnekte yenilen çikolata için renk, koku, tat duyumlarının yanında çikolatadan hoşlanma, şişmanlattığını düşünme gibi bazı duygular da olabilir. Wundt, bu tür duyguları da analiz ettiğinde bunların üç temel boyutta ayrılabileceğini söylemiştir. Bunlar hoş-hoş olmayan, heyecanlı-sakin, gerginlik-rahatlık boyutlarıdır. Duygulara ilişkin bu görüşleri yüzünden Wundt ve öğrencileri (özellikle Titchener) arasında önemli tartışmalar olmuştur.

Wundt'un bilinçle ilgili görüşlerine değişik yaklaşımlardan tepkiler olmuştur. İşlevselci yaklaşım, bilincin ne olduğu yerine ''ne için'' olduğunu, bir başka değişle organizmanın çevresiyle uyum sağlamaya yönelik etkileşimlerinde bilincin işlevini araştırmak gerektiğini ileri sürer. 20. yüzyılın başlarında J.B. Watson'ın çalışmalarından kaynaklanan davranışcı yaklaşımda ise bilinç, insan davranışlarının nesnel incelenmesinde bilim dışı bir kavram olarak kabul edilir. Bu nedenle davranışçıların araştırmalarında bilinç dikkate alınmaz.

Ergenlik Sivilcelerine %100 Çözüm Elma Sirkesi

Öncelikle merhaba,
15 yaşından beri ergenlik sivilcelerini çekiyorum yapmadığım maske kullanmadığım ilaç kalmadı diyorsanız en son çare dediğim ''elma sirkesi'' beni bu dertten kurtarıyor...şuan 17 yaşındayım...sivilcelerinizi hiç takmayın evdeki aynaları saklayın. 2 haftada gözle görülür çok büyük bir sonuca vardım hatta arkadaşlarım bile şoke oldu beni öle görünce neyse lafı uzatmadan sizlere bilgileri verem ve deneyin
Not: İlaç olarak zoretanin, roaccutane, imex vs. gibi kremler sakın kullanmayın...sonradan çok pişman olursunuz.
Şimdi arkadaşlar; yüzümüzü güzelce yıkadıktan sonra kuruluyoruz fakat kupkuru olmayacak şekilde... daha sonra bir çay bardağının yarısının yarısı kadar su dolduruyoruz. ve bir çorba kaşığı elma sirkesi koyuyoruz içine pamuk veya peçete yardımıyla yüzümüze sürüyoruz. (kokuyu dert etmeyin sivilceden iyidir.) ve bunu 2 günde bir tekrarlayın cilt zarar görmesin diye (en azından ben 2 günde bir yapıyorum) ve sonuç alana dek kullanın sonucu aldıktan sonrada kullanın gerçekten işe yarıyor sirkenin ne zararı olacak ki? ve şunu sölemeliyim ki her gün en azından bir ''elma'' yiyiniz. kesinlikle buda çok önemli. 2-3 hafta sonra gelip burada yorumlarınızı yazınız. bende halen bu yöntemi kullanıyorum sizlerle paylaşacağım 5 hafta oldu. düzenle tekrarlarsanız kesin bir sonuca varacağınızı göreceksiniz.
not: ergenlik sivilceleri için hazırlandı. şiddetli akneler,sivilceler için (özel)doktora başvurunuz. kızarık küçük küçük ama çok sivilceniz var ise bu yöntem size ideal en azından denendi ;)

Altın Dikeni

Sarı renkte olup tüylü ve dikenlidir.

Etkileri: Kusturma etkisi vardır/ Haricen yaralarda kullanılır.

Kullanımı: 2 gramı toz haline getirilerek bir bardak suya kaynatılıp içilir. Ayrıca kaynatılıp buharı içe çekildiğinde şiddetli bir kusturucudur.

Alkol Bağımlılığının Sebepleri

Alkol kullanan herkes için bağımlılık riski eşittir. Kişi vücut fonksiyonlarının devamı için giderek artan miktarda alkole ihtiyaç duyuyorsa bu bağımlılığın oluştuğu anlamına gelir. Yani bira bile olsa, kişinin kendini rahat hissetmek, gevşemek gibi nedenlerle giderek sürekli alkol alma ihtiyacı duyması, bağımlılığının oluştuğunu gösterir.

İnsanların, alkölü ilk kez keşfetmeleri genellikle aile içinde olmaktadır. Yetişkin aile üyelerinin içki içiyor olmaları, çocuk ve gençlere de normal davranış biçimi gibi görünmektedir. Arkadaşlarının içkiye başlamaları da bir diğer faktördür. İlaçlara göre daha kolay erişebilir olması, özellikle bira gibi az alkollü içeçeklerin kolayca satın alınabilmesi, basında cazip reklamlarla alkol kullanımının çekici hale getirilmesi alkole başlamanın nedenlerindendir. Sosyal olaylar ve kutlamalarda alkol kullanımının kabul görmesi de alkol kullanımının yaygınlaşmasında rol oynar.

Gerek aile üyeleri, gerek arkadaşlardan özenerek alkol kullanma, aslında geçerli nedenler olmamalıdır. İnsanlar, başkalarının iyi davranışlarını örnek alabiliyorsa o zaman kendi mantıklarını kullanmış olurlar

Üzüntü, neşe, yalnızlık gibi nedenler, içki içmenin ancak sözde nedenleridir. Gerçekte alkol bağımlılığı nedeniyle her fırsatta alkol alma isteği, alkol almadan duramama nedenidir.

Diş Ağrısı

Haşhaş başı - 1 karışım
Hatmi kökü - 2 karışım

Bu karışım dekoksiyon yöntemi ile yapılıp günde üç dört defa gargara yapılır.

Papatya çiçeği - 1 karışım
Nane - 1 karışım

Bu karışım infusyon yöntemiyle yapılıp ağız günde 5-6 defa çalkalanır.

Diş çürüğünün içine bir damla Karanfil Esansı konur.

Altınbaşakotu (Solidago Officinalis)

Çiçekleri bozulmadan uzun süre dayanabilen Akdeniz bölgesinde yetişen bir çeşit bitkidir.

Etkileri: İdrar tutukluğu, albumin, nefrit, üremi ve sistit tedavisinde etkilidir. Asabi çarpıntıları giderir. Sinir bozuklukluğunu geçirir. Yüksek tansiyonu düşürür. Aritmide kullanılır. Uykusuzluğu giderir. Kalbi kuvvetlendirir. Damar sertliği ve göğüs nezlesinde faydalıdır.

Kullanımı: Çiçekleri kaynatılarak günde bir iki bardağı geçmeyecek şekilde içilir.

Öğrencilerde Başarı

Öğrencilerin başarılı olması için anneler, babalar, öğretmen büyük çaba harcarlar. Çocuk da katılır bu çabaya. Ancak bütün bütün bu çabalar sonucu gene çocuklarımız istenilen başarıya ulaşamaz.

Çocuklarımızın istenilen başarıya ulaşamamalarının en büyük nedeni, onların öğrenme gereksinimiyle aile ve okulun öğretme isteklerinin çelişkili olmasındandır.

Çocuğun duyu organlarının çalışmaya başlamasıyla çocukta öğrenme olayı başlar. Bu başlangıç, çocuğun doğduğu gündür. Parlak bir cisim gören çocuk, onu öğrenmek isteyecektir. Henüz yürüyemeyen ve emekleyemeyen çocuğu o cisme götürmek, yani çocukla cisim arasında ilişki kurdurmak, onun öğrenme isteğini ve açlığını doyurur. Çocuk böylece öğrenmeye alışır. Emeklemeye başlayan çocuk, evin içindeki eşyalara teker teker bakarak, dokunarak, hatta koklayıp ısırarak, bir şeyler öğrenmek isteyecektir. Yürümeye başlayan çocuk ise evi, sokağı, daha geniş bir çevreyi öğrenmek için koşturup duracaktır.

Genellikle yedi yaşına kadar olan bu devrede çocuğun eylemleri kısıtlanır. Bu düpedüz çocuğun öğrenmesini engellemek demektir. Öğrenmesi engellenen çocukta, doğal olarak, öğrenme alışkanlığı gelişemez. Yedi yaşında okula giden çocuk, öğrenmeye hazır değilse okulda da bazı öğrenme bozuklukları baş gösterir.

Şimdi diyelim ki çocuk öğrenmeye hazır. Bu kez de okulda birçok sorunlar beklemektedir onu. Günün belli zamanında okula gitmek, sıra olmak, 40 dakika sınıfta kalmak, günde beş kez bu işi yapmak sıkar çocuğu. Ağaçtan armut koparır gibi önceki hayatından koparırsak çocuğu, ağacından kopan armut ne olursa çocuk da öyle olur. Onun için okula yeni başlayan çocuğun okul süresinin dörtte üçü, oyun biçiminde okul öncesi yaşantılarına uygun olarak sürdürülmelidir. Bu süre, şöyle böyle iki-üç ay kadar yürütülmelidir. Ondan sonra, yarı yarıya oyun ve ders paylaştırılabilir. Bu oyunlar, müzikli, hareketli ya da çocukların okul öncesi oyunları olabilir, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşimci sınıflarda ise günlük ders süresinin en az dörtte birini oyunlar almalıdır.

Genellikle yedi yaşına kadar çocukların öğrenme olanakları kısıtlanıyor evlerde. Öğrenme istekleri kısırlaştırılmaya çalışılıyor bir bakıma. Çocuk, okula girdikten sonra ise anne, baba, öğretmen üçlüsü birleşiyor. Onun öğrenmesini istiyorlar. Ama neyi öğrenmesini istiyorlar? Öğretmenin istediklerini... Okuma, yazma, matematik, resim, müzik vb. Ya çocuk daha başka şeyler de öğrenmek istiyorsa ya da çocuk öğretilmek istenilenlerden bazılarını öğrenmek istiyor da bazılarını öğrenmek istemiyorsa! Bunlardan bazılarını öğrenmeye hazır değilse!... O zaman ne olacak? O zaman bütün bilgiler, sınıftaki öteki çocuklarla birlikte öğretilmeye çalışılacak. İsteksiz ve hazırlıksıza alınan bu bilgiler, çocuğun duygusal yaşamını zedeleyecek. Böylece çocukta bunalımlar ve davranış bozuklukları başlayacak. Bu duruma daha çok lise ve üniversite sınıflarında rastlanıyor. Çocuğun mental ve fizik güçlerinin verimlilik bakımından sıfıra indirilmesi demektir bu.

Bu konuyu biraz daha açıklayalım. Ruhsal etkinlikleri üçe ayırabiliriz: Zihin, irade, duygu, zihin ve irade olaylarında görev alan beyin hücreleri, beyin zarının iç yüzeyinde yer alan hücrelerdir. Beynimizin %90'nını oluşturan iç bölümlerdeki hücreler ise duygu yaşantılarında görev alır. Öğrenme, bir zihin olayıdır. Zekânın derecesi de beyin zarı iç yüzeyinde bulunan hücrelerin zayıflığı ya da güçlüğü ile oranlıdır.

Öğrenme ile ilgili olgular (bilgiler), beynin yüzey hücrelerinde yani beyin zarının iç yüzeyinde oluşur. Öğrenme ile görevli hücrelerin belli bir alma doygunluğu ve gücü vardır. Gereği olmayan bilgi, zorlanarak çocuğa verilirse bu bilgiler, önce alınan olgularca beynin iç taraflarına itilir, yani duygu işinde görevli hücrelere ödev olarak yükletilir. Gerçekte ise duygu hücreleri asıl görevleri dışındaki olguları almaya yeterli olmadıkları gibi hazır da değildirler. Olgu saklamak için ham, pişmemiş hücrelerdir bunlar. O nedenle bilgi yüklü bir olguyu tam kavrayamadıkları gibi bu kez görevleride olan duygusal yaşamı da aksatırlar. Böylece çocukta duygusal sallantı, kişilik bozuklukları ve sonuç olarak da uyumsuzluklar başlar.

İstenmeyen ya da fazla olgular, duygusal hücrelerde yer aldıkça iki çeşit işte görev almak zorunda kalan bu hücrelerde görev dışı yüklerden dolayı fazla bir sıkıştırma oluşur. Dışarıya doğru itilme, fazla ve gereksiz ağırlıktan kurtulma çabası başlar beyinde. Bu çaba, zihnin öğrenme hücrelerini de etkiler. Böylece beyinde öğrenmeye karşı bir tepki başlamış demektir. Bunun için lise ya da üniversitere kadar başarı ile giden bir çocuğun buralarda duraklaması olağan bir olaydır.

Okul süresi boyunca çocuğumuzun başarısının korunmasını istiyorsak onun mental güçlerini sömürücü çalışmalar yerine bu güçleri besleyici ortam hazırlanmalıdır. yani çocuk isteğimize göre sömürülmemeli, ondaki başarı kaynakları beslenmelidir. Çocuk öğrenmeye hazır tutulmalıdır. Öğrenmeye her zaman hazır olan öğrenci, başarılı olur. Bu da öğrencilerdeki yeteneklerin gereği ölçüşünde geliştirilmelerii ile olanaklıdır.

Kaynak: Yusuf GÜNDÜZ, Çocuğun kişilik ve başarı ortamı, karınca matbaacılık, izmir 1974, s.49-52

Bir Kelebek Olsaydım

Bir kelebeğin hayatı kadar güzel ve bi o kadar da ömrümün olmasını istiyorum kimi zaman.
Yaşamak aciz bedenime ve ruhuma zor geliyor. Uçup gitmek istesem de bu hayattan, yapamıyorum… Çekip gitmek için kanadımı çırptığımda, geride bıraktıklarım ‘’vicdan’’ denilen bu basit kelimenin anlamını öğrenecekler diye kendimi kandırıyorum… Belki de bu yüzden kanat çırpamıyorumdur? Dostlarımın dudaklarından çıkan her sözcük zehir olsa da, panzehiri kendim de buluyorum… Yaşadığım bazı aşkları kendime anlatıyorum fakat inanabileceğimi zannetmiyorum…

Bronşit

Bronşit, bronşların inflamasyon(iltihaplanması)’dır. Akut(ani gelişen) veya kronik(sürekli) olarak seyreder.
Akut(ani gelişen) bronşit
Bronşların akut(ani gelişen) inflamasyon(iltihaplanması)dır.

Etyoloji: Sigara kullanımı, irritan(tahriş yaratmak için kullanılan bir madde) gazların solunması, çeşitli bakteri ve virüsler hastalığın gelişiminde etkilidir.

Belirti ve Bulgular:
  • Öksürük
  • Balgam
  • Ateş
  • Hemoptizi(solunum yollarından gelen kanın ağızdan çıkması)
  • Göğüste yanma
  • Hırıltılı solunum vardır.
Belirtiler, etken ortadan kaldırılmadıkça devam eder ve komplikasyon olarak daha ağır tablolar ortaya çıkar. Kronik bronşit, amfizem ve bronşektazi gibi.
Örneğin, sigara içenlerde, sigara içilmesine devam edilmesi, çeşitli irritan gazların etkisinde kalınmaya devam edilmesi ya da enfeksiyonun tedavi edilmemesi, soğuk kış ayları hastalığı şiddetlendirir.

Tanı: Fizik muayene, iyi alınmış anamnez(semptonların ve olayların kaydedilmesi) ve tanıyı kesinleştirmek için akciğer grafileri çekilir. Gerekirse bronş mukozasındaki değişimleri gözlemek amacıyla bronkografi ve bronkoskopiden de yararlanılır.

Tedavi: Bronşitin tedavisinde diğer hastalıklarda olduğu gibi hastanın bilgilendirilmesi önemlidir.
Örneğin, sigara içenlerde sigaranın bronşlardaki silier haraketleri durdurduğunu, bronşların kendini temizleme yeteneğini azalttığını hatta yok ettiğini, bunun da akciğerde daha ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olacağını hastaya iyice anlatmak, iyi bir eğitim vermek gerekir.
  1. Hastalara istirahat önerilir.
  2. Bol sıvı alınması sağlanmalıdır.
  3. Bulunduğu odanın nemlendirilmesi gerekir.
  4. Enfeksiyonu eredike etmek için antibiyotikler kullanılır.
  5. Balgam çıkarmayı kolaylaştırmak için mukolitikler verilir.
  6. Balgamın dışarı atılması için ekspetoranlar verilir.
Öksürük için uygun egzersizler öğretilerek öksürme kolaylaştırılır. Öksürük engellenmez, aksine teşvik edilir. Çünkü biriken sekresyon, ancak öksürükle dışarı atılır.

Kronik bronşit
Akut bronşit tablosu iki yıl tekrarlıyor ve en az üç ay devam ediyorsa, tabloya artık kronik bronşit denir.

Etyoloji: Kronik bronşitin oluşmasında en önemli etkenler sigara içilmesi, irritan gazların etkisinde uzun süre kalınması, alerjik ajanların varlığı ve sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonularıdır.

Yukarıda sayılan etkenler sonucunda siliaların fonksiyonu azalır, müküs salınımı artar, bronşioller hasara uğrar. Bu hasar sonucunda makrofaj özellikleri ve yabancı maddeleri yok etme yetenekleri kaybolur. Böylece enfeksiyonlara yatkınlık artar ve hastalar, sık sık solunum yolu enfeksiyonu geçirirler.

Hastalık tedavi edilmezse akciğerlerde geri dönüşümü olmayan değişiklikler olur ve bu değişimler, ciddi akciğer hastalıklarının gelişimine neden olur. Amfizem, bronşektazi gibi.

Belirti ve Bulgular:
  • Kış aylarında sabah öksürük ve balgam
  • Efor dispnesi
  • Siyanoz(Morarma)
  • Solunum güçlüğü
  • Ateş vardır.
Komplikasyonlar: Amfizem, bronşektazidir.

Tanı: Akciğer grafilleri, tam kan sayımı ve kan gazlarının değerlendirilmesiyle konulur.

Tedavi: Artan sekresyonun(salgılama) atılması için ekspektoranlar verilir.
Bronşlarda daralma, spazm varsa bronkodilatörler (bronş açıcılar, genişleticiler) verilir.
Tekrarlayan enfeksiyonlar için antibiyotikler verilir.
Bol sıvı verilir.
Bulunduğu ve yattığı ortam nemlendirilmelidir.
Sigara içilmemesi önerilir, bu konuda gerekli eğitim verilir.
Tedavide akut bronşitte uygulanan tedavi ilkeleri geçerlidir.

Diş Eti Hastalıkları

Diş plağı diş ile diş eti arasında biriken yemek artıkları ve mikrobik ajanların, kimyasal değişime uğraması sonucu gelişir.

Diş eti hastalıklarının en büyük sorumlusu diş plaklarıdır. Diş minesini saran ve zamanla sertleşerek diş taşına dönüşen geniş plaklar, diş etlerinin çekilmesine yol açar. Sonuçta, diş etinin desteğini yitirdiği için sallanmaya başlayan dişleri, çektirmekten başka çare kalmaz. Bu nedenle diş plaklarının düzenli olarak temizlenmesi, diş eti hastalıklarının önlenmesi açısından çok önemlidir.

Soluk Durması ve İlk Yardım

Solunum yolunun tıkanması veya solunum mekanizmasının çalışmaması nedeniyle yeterli oksijenin alınamamasına soluk durması denir. Onbeş dakika oksijensiz kalındığında beyin hücreleri ölmeye başlar. İnsan vücudu oksijensiz yaşayamaz. Bunu bir süre sonra kalbin durması izler. Hastada soluk durmasının varlığını anlamak için ağzına bir ayna ya da metal levha yaklaştırarak levhanın buğulanıp buğuluanmadığı kontrol edilir.

Solunum durması, mekanik nedenlerle solunum yolunun tıkanması (yabancı cisim veya suda boğulma sonucu) ya da merkezî sinir sisteminde ve solunum kaslarında solunumu engelleyen hastalıkların varlığında ortaya çıkar. Soluk durması olan hastaya yapılması gereken şunlardır:
  1. Hasta sert bir zemine sırt üstü yatırılır.
  2. Çevrenin kalabalık olmaması sağlanır.
  3. Hastanın başı, çene yukarı gelecek şekilde, boynu geriye doğru itilerek arkaya yatırılır.
  4. Vücudu sıkan kravat, kemer, gömlek yakası gevşetilir.
  5. Parmağa temiz bir mendil ya da bez sarılarak ağız içi temizlenir.
  6. Hastanın burnu bir elle sıkılarak kapatılır, ağız üzerine varsa temiz bir tülbent ya da mendil serilir.
  7. Derin bir soluk alınır.
  8. Ağız, hastanın ağzı üzerine yerleştirilerek kuvvetle üflenir.
  9. Hastanın göğsünün yükselip yükselmediği kontrol edilir. Göğsü şişmişse ağız geri çekilir. Burun gevşetilerek havanın geri çıkması sağlanır.
  10. Göğsü şişmiyorsa hasta yan çevrilir, iki kürek kemiği arasına elle 5-6 kez kuvvetle vurulur. Böylece soluk borusunda yabancı cisim varsa atılması sağlanır.
  11. Sonra yapay solunuma devam edilir. Hasta normal solup alıp verene kadar bu uygulamaya devam edilir. Dakikada 12-15 kez soluk verilir.
  12. Bu arada sağlık kuruluşuna ulaştırmaya çalışılan hasta, yatırılarak dinlendirilir.
  13. Hasta çocuksa, ağzı ve burnu birlikte ağızla kapatılır. az miktarda hava üflenir. Dakikada 15-20 kez soluk verilir.
Holger-Nielsen yöntemi:
  1. Hasta, başı biraz aşağıda olacak şekilde yüz üstü yatırılır, elleri birbiri üstüne, yanağı, elleri üzerine gelecek şekilde başı bir yana çevrilip yerleştirilir.
  2. Hastanın baş kısmına biz diz dayanarak oturulur. Eller, kürek kemiklerinin alt ucuna, baş parmaklar birbirine değecek şekilde açık olarak yerleştirilir.
  3. Kollar gergin olarak vücudun üst kısmı ile aşağı doğru baskı yapılır. Böylece hastanın ciğerlerindeki hava boşaltılmış olur.
  4. Gövde geriye doğru çekilirken, hastanın dirseklerinden tutulup dirsekler yukarı ve ileri doğru zorlanmadan çekilir.
  5. Dirsekler yere konup eller yeniden hastanın kürek kemikleri üstüne geçilir.
Bu yöntem ilk yardım uygulayanı yorduğu için en az 2 yardımcının varlığında uygulanmalı, tempoyu bozmamaya çalışılmalıdır.

Silvester yöntemi:
Yüz üstü yayatamayan hastalar, sırt üstü yatırılıp başı geriye itildikten sonra;
  1. İlk yardımcı hastanın baş ucuna diz çöker. Kollarını göğüs üzerine yerleştirir. Dirseklerden tutarak kolları yukarı, kendine doğru çeker.
  2. Dirsekler yere doğru bastırılarak göğüs genişletilir.
  3. Yukarı doğru kaldırılan kollar, hastanın göğsü üzerine indirilerek baskı yapılır.

Sinüzit

Sinüzit, Paranazal sinüslerin mukozasının iltihaplanmasıdır. Süre ve sıklığa göre dört haftaya kadar sürenler akut, dört hafta üç ay arası subakut, üç aydan daha uzun sürenler kronik sinüzit gibi klinik isimler alabilir.

Etyoloji:
  • Anatomik faktörler, septum deviasyonu, osteomeatal kompleks anormallikleri, orta konka anormallikleri, unsinat proçes anormallikleri, orta konka varyasyonları (konka bülloza, paradosk konka) haller hücresi, büyük ve hastalıklı agger nazi hücreleri, büyük etmoid bulla,
  • Alerjik rinitler
  • Mukosilier aktivite bozuklukları, kistik fibrozis, immotil silia sendromu, sigara, dehidratasyon, kuru ve soğuk hava, antihistaminikler,
  • Tekrarlayan viral üst solunum yolu enfeksiyonları,
  • Genetik yatkınlık
  • Diğer faktörler, diş kaynaklı, adenoid vegetasyon, yabancı cisim, larengofarangeal reflü,
  • İmmün yetmezliklerdir.
Etken mikroorganizmalar arasında sıklıkla bakteriler olmakla birlikte (S. pneumoniae, H. influenza, M. catarhalis en sık) funguslar da yer alabilir. Kistik fibrozislilerde psödomonas sıklıkla görülen ajandır.

Belirti ve Bulgular:
  • Baş ağrısı
  • Yüz ağrısı
  • Geniz akıntısı ve ateş (En sık karşılaşılan yakınmalardır.)
  • Burun tıkanıklığı
  • Burun akıntısı
  • Öksürük
  • Kötü bir ağız kokusu
  • Ajerjik rinit ile ilgili yakınmalar (su burun akıntısı, hapşırma, burun kaşıntısı) da olabilir.
Muayenede, postnazal akıntı, burun akıntısı, burun mukozalarında hiperemi ve konjesyon, görülebilir. Yüz kemiklerinde muayene sırasında hassasiyet olabilir. Septum deviasyonu, alerjik reaksiyonlar ve göz altında morluk, konkalarda hipertrofi ve mukozalarda solukluk, orta kulakta sıvı birikimi gözlenebilir.

Endoskopik muayene ile, orta mealarda ve nazal kavitede pürülen sekresyon, osteomeatal kompleksi daraltan patolojiler, eğer varsa polip, adenoid vegetasyon (özellikle çocuklarda) görülebilir.

Sinüzitin istenmeyen bir parçası olabilen orbital (Periseptal selülit, orbital selülit gibi.) ve intrakraniyal komplikasyonları (Menenjit, subdural apse, epidural apse, beyin apsesi, sinüs trombozları gibi.) ortaya çıkabilir.

Tanı: Anamnez, muayene endoskopi, konvasiyonel grafiler ve bilgisayarlı tomografi (koronal ve aksiyel planda paranazal sinüs tomografileri) ile konur. Tedaviye dirençli durumlarda kültür alınabilir.

Tedavi: Medikal ve gerekli durumlarda (özellikle kronik ve rekürren sinüzitlerde) cerrahi tedavi olmak iki kısımdır. Medikal tedavi olarak antibiyotikler, dekonjestanlar, mukolitikler, kortikosteroitler ve ağırılı durumlarda analjezikler kullanılabilir. Antibiyotiklerden amoksisilin, oral sefalosporinler ve makrolidler %85-90 oranında etkilidirler ve 14 gün süre ile kullanılmaları genellikle yeterlidir. Dekonjestanlar doku ödemini azaltmak ve drenaji kolaylaştırma amacı ile oral ve sprey olarak lokal (genel) yoldan kullanılabilirler. Aynı amaçla kortikosteroitler, fungal sinüzitlerde antifungal ajanlar kullanılabilir.

Ayrıca birlikte alerjik rinit mevcut ise, buna yönelik steroitli ajanlar ve antihistamikler kullanılabilir.
Medikal tedaviye rağmen düzelmeyen kronik ve tekrarlayan sinüzitlerde, komplikasyonlu akut ve kronik sinüzitlerde cerrahi tedavi öngörülür. Burada amaç osteometal kompleksi rahatlatarak drenajı sağlamak ve patolojik mukozaları temizlemektir. Cerrahi endoskopik sinüs cerrahisi ile nazal kavite içerisinden çalışarak veya nonendoskopik olarak (Caldwell-Luc vs. gibi) yapılabilir.

Sıtma

Sıtma, plazmodyum denilen parazitin yaptığı hastalıktır. Bu parazit insanlara anofel cinsi dişi sivrisineklerin ısırması ile taşınır. Plazmodyumlar, yaşamlarının bir bölümünü anofelde geçirir ve anofelin insanı ısırması ile kana geçerler.

İki veya üç günde bir, titremeyle yükselen ateş, hastalığın en önemli belirtisidir.

Sivri sinekler paraziti, hasta kişiden alıp sağlam kişiye taşırlar. Tedavi görmemiş ya da yetersiz tedavi görmüş kişiler, hastalık için yıllarca kaynak oluştururlar.

İkincil korunma ise sivrisineklerle yapılan biyolojik mücadeledir. Bataklık gibi sivrisinek barınak ve üreme alanlarına ilaç (insektisit) uygulanır. Hastalığın görüldüğü bölgelerde cibinlik kullanılmalı, kapı ve pencerelere tel kafes takılmalıdır. Sivrisineklerin üremesinin engellenmesi, bataklık alanların ilaçlanması ve kurutulması ile yeni hastalıkların ortaya çıkması da engellenir.

Yaygın sıtma bulunan yörelere gidenlere koruyucu ilaç verilir. Şimdilik hastalığın aşısı yoktur. Tedavisi doktor kontrolünde yapılır, Parazite özel ilaçlar kullanılır.

Hayatın Anlamı Nedir?

Bir kötü gün daha… Ağzımdan çıkan her kelime ıssız bir adadaki deniz kadar durgun, o deniz kadar berraktı sanki. Ancak kim bilebilirdi ki o durgun denizde fırtına kopacağını… Her şey boş, her şey yalan, insanlar sahte… İnsanların sahte hallerini görmektense hiç bir şeyden habersiz masum bir bebek olmayı hayal ediyorum kendimce… Tanıdığın tüm herkes kendi denizinde fırtına çıkmış dalgalar gibi üstüne geliyor… İşte o an insan yaşamak kavramını unutuyor, yerini karanlığa, bi o kadar da yalnızlığa bırakıyor kendini… Gün geçtikçe her şey daha da kötüye gidiyor. Başkasının bedeninde sahte bir ruh olmayı arzuluyorum. Hayat bu kadar kötü mü? Yoksa beni mi deniyor? Bilemiyorum. Her sorunum için yazıyorum, beklide yazmak beni rahatlatıyor ya da ben kendimi kandırmaya çalışıyorum… Denizin kuma aşkı kadar sevdiğim dostlarım, arkadaşlarım şimdi bir kukladan farksız… İnsan niye bile bile o karanlığa gitmek ister ki? Evet! Ben bu soruyu çözdüm! Beklide son çözdüğüm soruydu bu… İnsanın kimi zaman sorumlulukları, fiziksel, maddi ve manevi sorunları gün geçtikçe onun sırtında bir kambur, bir yük olduğunda ve artık o yükü taşıyamadığında dizleri, ayakları da ona yardımcı olamıyor… Her şeyin bittiğine inanıyorum o an… İşte tam bu sırada hayatın sözlükteki anlamı senin için değişiyor. Yarın ne yapsam, ilerisi ne olacak, ne olacam düşüncesi aklından uçup gidiveriyor… Bir ışık göründü uzaklardan… Ve merak ediyorum. Aynı zaman da o ışığa doğru yol alıyorum ve oraya vardığımda ise, geride bıraktıklarım pişman olmuş, yastalar… Timsah gözyaşları ile vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlar… Ama neye faydası var ki?

Çağatay GÜLÜMSER

Enterit

İnce bağırsakların iltihabı olarak tanımlayabiliriz. Bozuk gıdaların tüketilmesiyle bunlarda oluşan salmonella ve stafilakok gibi mikroorganizmalardan kaynaklanan lokal bir enfeksiyon olabileceği gibi çeşitli faktörler de bu hastalığa neden olabilir. Beslenme, radyoterapi veya ilaç alımı ile ilgili olabilir. Örneğin, emilimi zor olan veya emiliyen besinlerin alınması gibi. Gelişmiş ülkelerde viral enteritler; gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise bakteriyel enteritler daha sık görülür. Bir gündeki ishal sayısı ve miktarı daha fazladır.

Etyoloji: Bakteriler (salmonella, E. coli, stafilakok, şigella V. chlolerae vb.), virüsler (rotavirüsler, adenovirüsler), parazitler (giardia, amip), radyasyon gibi faktörler, enterite neden olabilirler.

Belirti ve Bulgular:
  • İshal (kanlı da olabilir)
  • Karın ağrısı
  • Bulantı, kusma
  • Bazen ateş de görülebilir.
Tanı: Laboratuvarda gaitanın incelenmesi, gaita kültürü, tam kan sayımı, sedimentasyon değerleri ile konulur.

Tedavi ve Bakım: Vakanın ağırlığına göre izolasyon gerekmiyorsa, evde ya da hastanede, izolasyon gerekli ise hastanede tedavi yapılır.

Etken tespit edildikten sonra spesifik bir antibiyotik tedavisi gerekiyorsa antibiyotik başlanır. Ancak genel görüş; antibiyotik kullanımının çok etkili olmayışı, hatta tablonun seyrini uzattığı yönündedir. Antibiyotik, daha çok enfeksiyonun yayılımını önlemek amacıyla kullanılmaktadır. Dikkatli kullanılmalıdır.

Oral sıvı desteği sağlanır. Kusmaların miktarına göre oran artırılır. Bunun için Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği oral rehidratasyon paketleri (ORS) kullanılabileceği gibi, bu karışım evde de hazırlanabilir

Parenteral sıvı başlanır. Aldığı çıkardığı sıvı miktarı takip edilir.

Bağırsak antiseptikleri verilebilir. İshal ve kusmanın durdurulması, etken ve toksinlerin vücuttan atılması için gerekli olduğundan önerilmez.

Diyetten yağı gıdalar kaldırılır. Posalı ve katı gıdalar verilir.

Ev ortamında özellikle çocuklar, yakından takip edilmelidir. Bol sıvı verilmeli, diyetlerinde yağsız pirinç çorbası, haşlanmış patates, mevsimine göre muz, şeftali gibi meyveler, yağsız tatlı yoğurt ve yağsız beyaz peynir verilmelidir.

Adet Söktürücü

Çöplemecik kökü, Kanarya otu, Kara ardıç yaprağı, Maydanoz, Pelinotu, Safran, Sedef otu

Uyuşturucu Maddelerin Etkileri

İlâçlar ya da kimyasal maddeler, tedavi edici amaç dışında, oluşturdukları geçiçi keyif verici uyarıcı ya da uyuşturucu etkileri nedeniyle kullanıldıklarında kötüye kullanılmış olurlar. Tıp dışı amaçlarla kullanılan bu maddeler, kullananların sağlığını etkilerken, toplumsal sonuçlar da oluşturur. Böylece kötü niyetle madde bağımlılarına bu maddeleri sağlayan, üreten, satan, aracılık edenlerin haksız kazançlar elde etmelerine neden olur.

Genel olarak uyuşturucu madde adı verilen bu grup kimyasal madde, giderek artan miktarda alma ihtiyacı doğurur, yani bağımlılığa neden olur. Bırakıldığında ise yoksunluk belirtileri ortaya çıkabilir.

Elde edildikleri yerlere, kullanım şekillerie ve etkilerine göre uyuşturucuları çeşitli şekillerde sınıflamak mümkündür.

Bütün bu maddeler görüldüğü gibi kan dolaşımına karışarak merkezi sinir sistemi üzerine etki etmektedirler. Yapıları gereği farklı merkezlrei uyararak farklı etkiler göstermektedirler. İçlerinden bazıları tedavi amacıyla kullanılabilirler. (Örneğin; morfin şiddetli ağrıların giderilmesinde kullanılır). Ancak kullanımları özel reçeteye tabidir ve Sağlık Bakanlığının denetimi altında üretilebilir ve satılabilirler. İlaç olarak kullanılan maddeler ağrı kesici bile olsalar mutlaka hekim önerisine göre, uygun doz ve sürede kullanılmalıdırlar. Kontrolsüz kullanılan uyuşturucu ilaçların aşırı dozda ya da uzun süre kullanımı bağımlılığa ve toleransa neden olabilir. Bu durumda derhal bir hekime başvurulmalıdır. Bazı kimyasal maddeler yapısal özellikleri nedeniyle bir kaç kez kullanıldıklarında bile bağımlılığa yol açabilirler. Hekime danışılmadan ve hekim kontrolü olmaksızın temin edilebilen bazı ağrı kesiciler dahil çeşitli ilaçlar, birçok yan etkilere sebeb olabilirler. Zehirlenme, alerji, başka ilaçlarla etkileşme ve bağımlılık bu yan etkilerden bazılarıdır. İlaçlar, ayrıca çeşitli organlara ait belirtilere de neden olabilir.

Uyuşturucu madde bağımlılığının giderek arttığı günümüzde çeşitli yasal önlemlerle bu maddelerin üretimi, ithal edilmesi, ihraç edilmesi satın alınması, satılması, bulundurulması, alınmasına yardımcı olunması, sahte reçeteyle satın alınması yasaklanmıştır. Bu davranışlar para karşılığı yapılmasa bile ölüm cezasına dek varan ağır cezaları gerektirir.

Balgam Söktürücü

Adaçayı yaprağı - 1 karışım
Hatmi çiçeği - 1 karışım
Öksürükotu yaprağı - 1 karışım

Bu karışım infusyon yöntemiyle yapılıp günde bir iki bardak içilir.

Anason meyvesi - 1 karışım
Hatmi kökü - 4 karışım
Meyan kökü - 2 karışım
Öksürükotu yaprağı - 2 karışım
Sığırkuyruğu çiçeği - 1 karışım
Süsen kökü - 1 karışım

Bu karışım infusyon yöntemiyle yapılıp günde bir iki bardak içilir.

Çekirdeksiz hurma - 1 karışım
Çekirdeksiz hünnap - 1 karışım
Çekirdeksiz kuru üzüm - 1 karışım
Kuru incir - 1 karışım

Bu karışım dekoksiyon yöntemi ile yapılıp günde iki bardak içilerek kullanılır.

Anason meyvesi - 2 karışım
Kekik - 1 karışım
Meyan kökü - 4 karışım
Rezene meyvesi - 1 karışım

Bu karışım dekoksiyon yöntemi ile yapılıp günde 2 fincan içilerek kullanılır.

Meyan kökü - 1 karışım
Öksürükotu yaprağı - 2 karışım

Bu karışım dekoksiyon yöntemi ile yapılıp günde iki üç fincan içilerek kullanılır.

İnfusyon

Parçalanmış bitkilerin parçalarının üstüne kaynar su dökülür, kapalı kapta, sık sık ve iyice karıştırılıp kısık ateşte 5 dk tutulur, soğumasıyla birlikte süzülür. tatlandırmak için şeker veya bal konulabilir.

Rinit

Rinit, burun içini kaplayan mukozanın iltihaplanmasıdır. İnsanlarda en sık görülen viral enfeksiyon bir rinit türü olan nezledir. Rinitler, ana hatlarıyla üç gruba ayrılır. Bunlar;
  • Alerjik rinitler,
  • Enfeksiyöz rinitler,
  • Non alerjik ve nonenfeksiyöz rinitlerdir.
Etyoloji: Alerjik rinit tip 1, aşırı duyarlılık reaksiyonudur. ve ailesel (genetik) faktörler ön plandadır. Özellikle inhalan şeklindeki alerjenleri (bitki polenleri, toz partikülleri, mantar sporları) karşı duyarlılık sonucu oluşur. Mevsimsel alerjide ev dışı alerjenler, perenniyal alerjide ise daha çok ev içi alerjenler nedendir. Ayrıca bu hastalarda rinit dışı alerjik hastalıklar daha fazla görülmektedir.

Enfeksiyöz rinitlerde en sık etkenler: rhinovirüsler, coronavirüsler (nezle-common cold) ve influenza, A,B,C (grip) dir. Bununla beraber rinit, kızamık, kızamıkçık, su çiçeği, difteri, sifiliz, tüberküloz, lepra gibi hastalıkların bir parçası olabilir veya bu etkenlerde de primer olarak meydana gelebilir. Özellikle immünsüpresif hastalarda, fungal enfeksiyonlarda söz konusu olabilir. Atrofik rinit de bu grupta incelenir.

Nonalerjik-nonenfeksöz rinitlerin  nedeni olarak, lokal kullanılan steroitler, dekonjenstanlar, reserpin gibi ilaçlar, stres, östrojen etkisi, larenjektomi ve trake ye delik açılması sayılabilir.

Belirti ve Bulgular:
Alerjik rinitte;
  • Hapşırma,
  • Burun tıkanıklığı,
  • Sulu ve bol bir burun akıntısı,
  • Burunda, gözde veya damakta kaşıntı (en sık görülen semptomlardır)
  • Koku almada bozukluk olabilir.
Fizik ve endoskopik muayene ile burun cildinde horizontal bir oluk (alerjik selam), göz altında şişkinlik ve koyu çizgiler, konjoktivit, nazal kavitede sulu sekresyon, konkalarda hipertroseröz bir postnazal akıntı görülebilir. Şikayetler, mevsimsel olarak özellikle ilkbaharda görülür.

Nezlede;
  • Boğazda kuruma, gıdıklanma,
  • Hapşırma,
  • Sulu bir burun akıntısı,
  • Burun tıkanıklığı,
  • Ses değişiklikleri,
  • Koku almada bozukluk temel şikayetlerdir.
Fizik muayenede mukozalar hiperemik ve ödemlidir. 5-10 günde iyileşir. Gripte tablo biraz daha ağırdır. Ek olarak bağ ağrısı, myalji, yüksek ateş ve öksürük vardır. Hemen her zaman sekonder bakteriyel enfeksiyon tabloya eklenir.

Atrofik rinitte,
Nazal kavitede atrofi ve genişleme olmasına rağmen,
  • Burun tıkanıklığı (hissi)
  • Burunda kötü koku,
  • Krutlanma ve epistaksis temel şikayetlerdir.
Fizik ve endoskopik muayenede sarı-siyah renkli krutlar, kanamalı ve ülsere alanlar ile nazal mukozanın ve konkaların atrofiye olduğu görülür

Tanı: Alerjik rinitte anamnez, fizik ve endoskopik muayene, nasal smearda %25'in üzerinde eozinofili bulunması, serumda total ve spesifik IgE (RAST) yüksekliği, deri testleri (intradermal, stratch ve prick) ve gıda alerjisi düşünülenlerde diyet testleri ile konur.

Nezle ve gripte tanı, klinik olarak konulur.

Tedavi: Alerjik rinitte tedavi, alerjenlerden korunma, ilaç tedavisi, immunoterapi ve cerrahi olmak üzere dört şeklindedir. Korunma tedavisi, polen mevsimlerinde ev dışı aktiviteleri sınırlama ve ev içi akarlara karşı önlem alma gibi yaşam düzenlemelerinden oluşr. Medikal olarak antihistaminikler (Sedasyon etkisi az olanlar tercih edilmeli) dekonjestanlar (oral veya topikal), kortikosteroitler (düşük doz sistemik veya sulu topikal spreyler), mast hücre stabilizatörleri ve lökotrien antagonistleri kullanılabilir. Bunlar semptomatik ilaçlardır. Hastanın sosyal durumuna, yaşına göre bunlardan biri veya birkaçı kullanılabilir.

Alerjik spesifik immunoterapi, desensitizasyon amacı ile, bir alerjenin küçük dozlardan başlayarak, giderek artan miktarlarda alerjik hastaya uygulanmasıdır. Hastalığın doğal seyrini etkileyebilen tek tedavi şeklidir. Bu tedaviyi uygulabilmek için alerjenin tespit edilmesi gerekir. Her yaşta uygulanabilir; fakat beş yaş altında çok tercih edilmez. Bu tedavi 3-5 yıl devam edileceği için hasta uyumu çok önemlidir.

Alerjide cerrahi olarak burun tıkanıklığını gidermek ve sinüs ağızlarını rahatlamak ve sekresyonları azaltmak (radyofrekans) amacıyla konkalara, septuma ve sinüslere yönelik girişimler planlanabilir.

Nezlede, uygun ısı ve nem olan bir odada istirahat, sıcak banyolar, mentollü inhalasyonlar, analjezik ve antipiretikler, dekonjestanlar önerilebilir. Gripte gerekirse bunlara antibiyotik eklenebilir.

Atrofik rinitte burnun ılık izotonik solüsyonlarla temizlenmesi, tedavinin en önemli basamağıdır. Bunun dışında östradiol içeren spreyler, glukozlu gliserin enjeksiyonu, oral olarak potasyum iyodür, cerrahi olarak teflon enjeksiyonu uygulanabilir.

Stresle Baş Etmenin Yolları

Stresle baş etme stresin verdiği zararları ortadan kaldırmak, stresi gelişme yolunda bir araç olarak kullanmak gibi iki amaca yöneliktir. Mutlak anlamda stressiz bir yaşam mümkün değildir. Ayrıca, tam anlamıyla stressiz olmanın bir stres kaynağı olduğunu da biliyoruz. Stres veren pek çok yaşamın içinde vardır. Öte yandan bazen stres verici etkenlerin bir bölümü başarı için gerekli olan dinamizmin ve gelişimin kaynağı olabilir.

Stres sırasında gösterilen bedensel ve psikolojik tepkilerin amaçları organizmayı korumak olduğu hâlde, bazen bireye zararlı olabilmektedir. Örneğin; silahlı biriyle karşı karşıya kalan insaın onunla mücadele edilmesi için bu duruma hazırlanması gerekir. Böyle bir durumda bedensel tepkiler, organizmayı koruyacak şekilde düzenlenir. Böbrek üstü bezlerinden adrenalin hormonu salgılanır. Bu da kandaki şeker seviyesini artırarak bireyin gereksinim duyduğu enerji ihtiyacını karşılar. Bunun yanı sıra sinemaya geç kalan veya işine yetişemeyen insanda meydana gelen stres de adrenalin salgılanmasına neden olur. Adrenalin hormonu kalp atışlarını hızlandırır. Tansiyonu yükseltir. Bu nedenle sık sık stresle karşılaşan insanın kalp ve damar sistemi ile denetleyici sistemleri durumdan olumsuz yönde etkilenebilir.

Organizmanın yaşamını sürdümesi uyum yapabilmesine bağlıdır. Çevreyi değiştirmek her zaman söz konusu olamayacağına göre kendimizi değiştirmemiz gerekir. Stres vericileri belki ortadan kaldıramayız; ama onlardan daha az etkilenmeyi, bedenimizdeki tepkileri değiştirmeyi öğrenebiliriz. Stresle baş etmek için bednsel, duygusal ve duruma bağlı yöntemlerden yararlanabiliriz.

Bedene Yönelik Yöntemler
Bu yöntemler, organizmanın gerginliğinin kırılmasını ve gevşemeyi amaçlayan yöntemlerdir.
Otonom sinir sistemi, irade (istenç) dışı çalışır. Bu sistem, birçok organın ve sistemin çalışmasını, işlevlerini düzenler. Bunlar arasında kalp vuruşu, solunum sayısı, kan basıncı, beden sıcaklığı, kas gerginliği gibi işlevler yer alır.

İnsan, belirli eğitim ve egzersizlerle söz konusu olan bu organların ve sistemlerin çalışmasını, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak kısmen de olsa bilincin denetimi altına alabilir Örneğin; belirli ölçüler içinde soluk almayı denetim altında tutabilir; havayı içinde tutma ve dışarıya verme süresini uzatıp kısaltabilir. Aynı biçimde kasların gevşemesini sağlayabilir.

En kolay gevşeme solunumla başlar. Bilinçli olarak yapılan solunum denetimi, kas gevşemesini ve otonom sinir sisteminin düzenli çalışmasını kolaylaştırır. Daha kolay solunum yapmayı sağlayan bedensel hareketler ve kasların gevşemesi; gerginliklerin, endişe ve kaygıların giderilmesinde kullanılan yöntemlerin başında yer alır. Yine bu teknikler stres belirtilerinin giderilmesinde, genel kaygı bozukluklarının, korkularının, saplantı ve takıntıların, panik tepkilerinin tedavisinde kullanılır.

İyi nefes ağır, derin ve sessiz alınan nefestir. Doğru alınan nefes, aynı zamanda damarları genişleterek kanın kılcal damarlara kadar taşınmasını sağlar, kanın akış hızını yavaşlatır.

Gevşemenin kolay ve çabuk yolla öğrenilmesinde biyolojik geri bildirim (biyofeedback)den yararlanılır. Biyolojik geri bildirim verileri, deriye bağlanan elektrotlar toplanır. Bu veriler insandaki öfke, korku, kızgınlık, endişe, sıkıntı vb. duygusal değişimlerin beden sıcaklığı, kas gerginliği, ter bezlerinin çalışması gibi istenç dışı çalışan işlevlere yansımasıdır. Bu yöntemle insan kendine yansıtılan bedensel işlevleri görüp yorumlar ve anlar. Nedenlerinin bulduğunda bunları isteği doğrultusunda denetleme alışkanlığı kazanır.

Ayrıca, düzenli egzersizler de gevşeme için gereklidir. Yapılan araştırmalar, organizmada fiziksel egzersizden sonra da serotonin salgıladığı ortaya koymuştur. Bu salgı, uyku sırasında beyinde salgılanan maddelerde aynıdır. Bu nedenle de dinlendirici rolü vardır.

Dengeli beslenmenin de stresle baş etmede önemli katkısı vardır. Tek tip gıdalarla beslenmek sağlığın bozulmasına yol açar. Sağlığın bozulması da yine bir stres nedeni olur. İdeal kiloyu korumak gerekir. Çünkü, aşırı zayıf veya kilolu olmak, hem organizmada yapısal bozukluklara hem de dış görünümle ilgili endişelere neden olur. Dolayısıyla insanı strese sokar.

Duygulara Yönelik Yöntemler
Yaşamdan alınan hazzı engelleyen etkenler, sadece içinde bulunulan olumsuz koşullar ve yaşanılan olaylar değildir. Bu olayları algılama ve yorumlama tarzı da çok önemlidir. ''Yarım bardak su''ya iyimser ve kötümser bakış farklıdır. Bardağa bakan iki kişiden biri ''yarısı dolu'' derken diğeri, ''yarısı boş'' diyebilir. ''işini kusursuz yapmak'', ''herkes tarafından sevilmek ve onaylanmak'', ''hiç kimseyi incitmemek'', ''mükemmel ilişkiler kurmak'' gibi ifadelerle idealize edilen olumlu kişilik özelliklerinin tam olarakgerçekleşebileceğini düşünmek pek de akılcı değildir. Gereksinmelerin tam olarak giderilmemesi ya da beklentilerin, özlem ve umutların gerçekleşmemesi karşısında insanda hayal kırıklığı doğar. Bunun sonucunda da kaygı, suçluluk, kırgınlık gibi duygular oluşur. Bu olumsuz duygulardan kurtulmanın yolu, yaşamı ve olayları daha akılcı ve gerçekçi algılanamakla, aşırı iyimser ya da aşırı kötümser değerlendirmelerden kaçınmakla mümkün olabilir.

Olaylar, doğal ve toplumsal ortamda oluşur; ama psikolojik yapıda algılanır. Psikolojik yapıyı çocukluktan yetişkenliğe dek edinilen deneyimler, kazanılan alışkanlıklar, gelişen kişilik ve zeka düzeyi oluştur. İnsan, psiklojik yapısının temellerini bilmeli, insan olduğunu ve hata yapabileceğini unutmamalıdır. Olayların değerlendirilmesini akılcı bir biçimde yapabilmeli, amaca götürmeyen tepkilerini, akıllıca olmayan düşüncelerini değiştirmelidir.

Duruma Bağlı Yöntemler
İçinde bulunulan durumu iyi değerlendirmek çok önemlidir. Doğru zamanda, doğru yerde bulunmak ve doğru davranışı gerçekleştirmek insanın başarısını arttırır.

Stres yaratan bazı durumlar plansız, düzensiz koşuşturmalardan kaynaklanır. Zamanın ve işin planlanması ile daha kısa zamanda daha verimli iş yapılabilir. İnsanın her şeye yetecek zamanı yoktur. Onun için gerçekten gerekli ve zorunlu işlere zaman ayırmalı, bazı şeylerden vazgeçmelidir. Zamanı iyi kullanmak, insanın kendine zaman ayırma şansını artırır. Bu da insanı rahatlatır.

Olaylar ve durumlar karşısında esnek, iyimser ve güler yüzlü olmak, daima iyi ve olumlu düşüncelere sahip olmak, stresle baş etmenin etkin yöntemleridir.

Yoga ya da doğaya özgü meditasyon biçimleri ile orta derecedeki stres giderilebilir. Şiddetli vakalarda stresin nedenlerini ortaya çıkarmak ve gidermek için psikoterapi gerekli olabilir. Bazen de ortam değişikliği ya da yaşam koşullarının bir süre değiştirilmesi de tedaviye yardımcı olur.

Kişinin stres yaratabilecek durumları denetlemedeki başarısı ya da başarısızlığı, organizmanın tüm işlevleri üzerinde etkili olur. Strese karşı koyma yeteneği psikosomatik araştırmalarda büyük önem taşır.

Unutmanın Nedenleri

Hatırlama (anımsama) ve karşıtı olan unutmanın normalde insanın uyum sağlanması yardımcı işlevleri vardır. Anımsama olmaksızın öğrenme, düşünme ve akıl yürütme olanaksızdır. Öte yandan unutmanın da birçok işlevi vardır. Anıların zamanla zayıflaması eğilimine dayanan bir zaman kavramı oluşturma, eskiden öğrenilenlerin unutulması ya da bastırılması (bilinçten) uzaklaştırılması) sonucu yeni öğrenilere uyum sağlama ve üzücü olan anıların yarattığı bunalımdan kurtulma bunlar arasında sayılabilir.
Unutmanın nedenlerini sistematik olarak şöyle ele alabiliz:
  • Organik nedenler: Beyin hücre kaybının olması, protein sentezinin olmaması, eskiyen ve ölen beyin hücrelerinin yerine yenilerinin gelmemesi gibi etkenler unutmanın başlıca organik nedenleridir. Ayrıca, beynin belli bölgelerine kan akışındaki aksamalar, geçici ''genel bellek kaybı''na yol açabilir. Unutma türleri, unutma nedenlerine bağlı olarak ''genel bellek kaybı'' adıyla anılır. Genel bellek kaybında, alkolizm ve fiziksel nedenler de etkin olabilir.
  • Geriye ve ileriye ket vurma: Öğrenme üzerindeki bozucu ya da engelleyici etki, ket vurma olarak adlandırılır. Yeni öğrenilenler, önceden öğrenilen becerilerin ortaya çıkmasını olumsuz etkiliyorsa ya da onların unutulmasına yol açıyorsa, bu duruma geriye ket vurma denir. Öğrenilmiş bir becerinin sonradan öğrenilen bir başka beceriyi olumsuz etkilemesi durumda ise ileriye ket vurma söz konusudur. Örneğin; coğrafya dersinde Akdeniz Bölgesi'nin iklim özelliklerini öğrendikten sonra daha önce öğrenmiş olduğunuz Ege Bölgesi'nin iklim özelliklerinin unutulması geriye ket vurmadır. İkizkenar üçgen ile ilgili bilgilerin daha sonra öğrenilecek olan eş kenar üçgen ile ilgili bilgilerin öğrenilmesini güçleştirmesi ise ileriye ket vurmadır.
  • Öğrenilenlerin kullanılmaması: Kullanılmayan bilgiler kolay unutulur. Örneğin; bilgisayar kullanmasını öğrenen birey, eğer çok uzun süre bilgisayarla ilgilenmemişse öğrendiklerinin önemli bir bölümünü unutabilir.
  • Baskı altında tutma (Freudcu kurama göre bilinç altına atma): İnsan, hoşlanmadığı şeyleri unutmak ister, onları bu nedenle bilinç altına iter. Örneğin; hoşlanmadığımız birine verdiğimiz randevuyu unutabilirz.
Yukarıda sayılanlar unutmayı kolaylaştıran nedenlerdir. Unutmayı güçleştiren nedenler de vardır:
  • Öğrenmenin yeterli olması, öğrenilenlerin iyi bellenmiş olması unutmayı güçleştirir.
  • Öğrenilen malzemenin anlamlı olması da unutmayı güçleştiren bir nedendir.
  • Öğrenmeden sonra dinlenmek, özellikle de uyku, geriye ket vurmayı önler.
  • Öğrenmeden sonra tekrarlar yapılması, özellikle de bu tekrarların belirli aralarda yapılması unutmayı güçleştirir.
  • Bilgilerin çok kanallı kaydı gibi nedenler hatırlamayı kolaylaştırırken unutmayı güçleştirir.

Özefagus Kanseri

Dünya da görülen en yaygın kanser türüdür. Türkiye'de en fazla görüldüğü bölgeler; Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesidir.

Etyoloji: Nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülür.
Risk faktörleri olarak alkol, sigara kullanımı, kostik madde alımı, özefageal darlıklar, baş ve boyun kanserleri, sıcak yemek, sıcak çay içimi, A vitamini ve çinko eksikliği görülmektedir.

Belirti ve Bulgular, başlangıçta katı gıdalarla başlayan disfaji, daha sonra sulu gıdalarda da görülmeye başlar.
  • Kilo kaybo
  • Regürjitasyon
  • Öksürük
  • Retrosternal ağrı
  • Odinofaji
  • Ses kısıklığı
  • Hepatomegali
  • Kemik hassasiyeti
  • Nadir olarak kanama görülür
Tanı: Kontrast madde ile çekilen özefagus grafileri, endoskopi ve beraberinde biyopsi alınır, sitolojik inceleme, bilgisayarlı tomografi, ultrasonografi yapılarak konur.

Tedavi ve Bakım: Komplikasyonları yüksek olmasına rağmen hastaların %40'ına rezeksiyon yapılır. Kemoterapi ve radyoterapi uygulanır. Hastanın beslenmesi için gastrostomi ve jejenostomi yapılır. Son yıllarda tercih edilen yöntem ise önce kemoterapi ve radyoterapi, sonra cerrahi tedavi (özefagus tamamen çıkarılır kolondan bir bölüm alınarak özefagusun yerine konulur) yapılırsa sonuç daha başarılı olmaktadır. Cerrahi tedaviden sonra tekrar radyoterapi ve kemoterapinin etkili olduğu düşünülmektedir.

Altınotu (Ceterach Officinarum)

5-20 cm boyunda kızılımsı, çiçeksiz, otsu kokusuz acımsı bir bitkidir. Kuzey ve batı anadolu da yaygındır.

Etkileri: İdrar söktürücü olup kabızlıkta etkilidir. Ayrıca haricen basura karşı kullanılır.

Kullanımı: kurutularak toz halinde 5 gramı suda kaynatılarak içilir. Suda kaynatılarak basura pansuman şeklinde kullanılır.

Diğer Adı: Dalak otu

Kalp Durması

Kalp kasının iletim sistemini ilgilendiren herhangi bir bozukluk nedeniyle, kalbin pompalama görevini yerine getirmek üzere kasılamamasına kalp durması denir. Kalp atımı, nabız noktalarından ya da doğrudan sol göğsün üzerinden dinlenerek kontrol edilir. Kalp atımı alınamıyorsa;
  1. Hasta, sert bir zemin üzerine sırt üstü yatırılır.
  2. İlk yardım uygulanan, hasta ile yüzyüze bakacak şekilde hastanın yanına diz çöker.
  3. İki göğsün tam ortasında iman tahtası denilen kemiği 1/3 alt ucuna, bir elin avuç içinin bileğe yakın kısmı yerleştirilir.
  4. Diğer el ayası tam dik olacak şekilde bu elin üzerine konur.
  5. Dirsekler bükülmeden, omuz gücüyle, göğsün üzerine kısa süreli basınç yapılır.
  6. Bu basınçla göğüs kemiği 3-4 cm çökmelidir.
  7. Bu işlem art arda dakikada 80-100 kez tekrarlanır.
  8. İşlem, hastanın kalbi normal atmaya başlayıncaya kadar sürdürülür.
  9. Bu arada en yakın sağlık kuruluşuna haber verilerek hastaya müdahale edilmesi sağlanmalıdır.
  10. Kalp atımı başlayan hastanın, sağlık görevlileri gelene dek yatması sağlanır.
  11. Bebek ve çocuklara kalp masajı yapılırken tek elle, az bir kuvvetle, çok sayıda yapmaya dikkat edilmelidir. Bu uygulamada göğüs kafesi içeri çökmeli ve dakikada 100 kez basınç uygulanmalıdır.
  12. Kalp masajı ve sun'î solunum birlikte yapılacaksa, ikisini aynı anda yapmayı sun'î solunumla başlanır, 1 solunum, 5 kalp masajı şeklinde sırayla yapılır, Tek kişi, ilk yardım yapıyorsa 2 sun'î solunum, 15 kalp masajı yapılmalıdır.

Genital Bölge (Üreme Organları) Temizliği

Genital bölge yağ ve ter bezlerinin olduğu bir bölgedir. Kötü kokular olmaması için sık sık su ve sabunla yıkanıp kurulanmalıdır. Özellikle adet dönemlerinde kızların genital bölge temizliğine büyük önem vermeleri gerekir. Bu dönem boyunca ayakta duş şeklinde banyo yapılmalıdır. Her 3-4 saatte bir hazır hijyenik ped ya da üzeri gazlı bez ile kaplanmış pamuk pedler değiştirilmelidir. Bu dönemde pedlerin sık değiştirilmemesi nedeniyle enfeksiyon riski yükselir. Eğer ped yerine pamuklu bez kullanılıyorsa, mutlaka bol su ve sabunla yıkanarak kaynatılmalı, ütülenerek temiz bir yerde saklanmalıdır. Genital bölge ve koltuk altı kıllarının düzenli aralıklarla kesilmesi gerekir

Aloe Vera

Eski yunanlılarda güzelleşmek için kullanılan bir bitki.

Etkileri: Yıpranmış ciltleri onarmak ve nemlendirmek için son derece yararlı, kaynaklanan kaşıntılara karşı cildi koruyor. Yıpranmış saçları onarır ve nemlendirir.

Kullanımı: Hekimler tarafından tavsiye edilen miktarlarda kullanılır

Mide Ülseri

Mide mukozasının bir çok faktör tarafından, önce yüzeysel bütünlüğünün bozulması ve ülserasyonlar (açık yaralar) oluşması; daha sonra bundan, yakın dokuların da etkilenmesi olarak ifade edebiliriz. Mide mukozasının çeşitli nedenlerle meydana gelene yüzeysel doku defektleri (erozyonlar) tanımlanır. Defektin, mukozayı aşarak submukoza muskularis propia tabakasını da içerecek şeklinde ilerlemesiyle peptik ülser oluşur.

Etyoloji: Ülser oluşumunda asıl neden, mukozanın bütünlüğünün agresif- koruyucu-onarıcı faktörler arasındaki dengenin değişmesi ve bozulmasıdır.

Buradaki agresif faktörlerin başında asit ve pepsin gelir. Çeşitli genetik, çevresel ve ifeksiyöz ajanlar yardımıyla mukozanın koruyucu-onarıcı mekanizmalarını bozmaktadır ve ülser oluşturmaktadır.

80'li yıllarda ülserin baş nedeni olarak pepsin bilinmekte ve pepsin suçlanmaktaydı. Ancak 80'li yıllar sonrasında yapılan ciddi klinik ve laboratuvar çalışmaları sonucunda Asit/Pepsin yoksa ülserde yok anlayışına son verilmiş, özellikle ülser oluşumunda HP (helicobacter pylori) NSAİİ'nin (non steroit antiinflamatuar ilaçlar) en sık etkenler olduğu ortaya konuş ve çok ciddi gelişmeler sağlanmıştır. HP ve NSAİİ'nin tkisi, agresif faktörlerin (asit-pepsin) etkisini arttırmaktan çok, korucyucu ve onarıcı mekanizmaları bozmak şeklinde olmaktadır.

Ülser oluşumnda diyetin, alkolün ve kortikosteroitlerin etkisi direkt değildir. Direkt sorumlu tutulan etken, HP'dir. Dueodonal ülserlerin %60-70'inde etken olarak HP görülmektedir. Bulaşıcılığı önlenebildiği oranda hem iyileşme sağlanabilmekte hem de tekrarlar azalabilmektedir. Hp'nin oral-fekal yolla ya da oral-oral yolla bulaştığı düşünülmektedir.

Ülserler, bulunduğu organa göre isimlendirilir. Gastrik mukozada ise mide ülseri, duedonumda ise, duedonum ülseri denir.

Belirti ve bulgular:
  • Dispeptik yakınmalar (iştahsızlık, bulantı, kusma, yanma, şişkinlik, geğirme)
  • Kanama
  • Hafif epigastrik ağrı,
  • Komplike durumlarda gaitada gizli kan pozitifliği,
  • Hematemez
  • Melena ve perforasyon bulguları vardır
Ülserde ağrı, ilkbahar ve sonbaharda sıklaşır. Tekrarlayıcıdır, yemek ve antiasitlerle geçen ağrı vardır. Ağrı, yemekten sonraki ilk 2 saat içinde olur, 2 saatten sonraki ağrılar, duedonal ülserlerde görülür.

Komplikasyonlar:
  •  Kanama
  • Perforasyon
  • Karsinomadır
Tanı: Etken HP olduğu için, bunun tanısının konulması gerekir. Bunun için de endoskopi, üreaz testi, kültür, histopatoloji, serolojik ve sitolojik testler, üre-nefes testleri, gaitada antijen ve idrar antijen testleriyle konulur.

Üre-nefes testi, HP tanısında ideal testtir. Ancak maliyeti yüksektir ve çok az merkezde bulunmaktadır.

Hp (helicobacter) pylori'nin neden olduğu duedonal ülserde, biyopsi gerekmez. Çünkü malignite oranı çok düşüktür. Ancak gastrik ülserde ve komplike duedonal ülserde, biyopsi gereklidir. Ayrıca endoskopik inceleme yapılmalıdır.

Tedavi ve bakım: HP enfeksiyonu varsa buna yönelik tedavi ile eredike edilmelidir. NSAİİ kullanımı varsa kesilmelidir. Asit azaltıcı ilaçlar kullanılır.

Ülserde diyetin etkisine (hasta uyumsuzluğu nedeniyle) eskiden olduğu kadar değer verilmemektedir. Ancak şişkinlik ve gaz gibi semptomları azaltmak için rahatsızlık veren gıdalar azaltılır. Bunu hasta daha iyi tespit edebilir. Özellikle tekrarların önlenmesi için sigara kullanımının azaltılması önemlidir.

Alman Papatyası (Matricaria Recutita)

Avrupa ve Batı Asya kökenli olup, papatya ailesinin bir üyesidir. Çiçekleri %1-2 oranında uçucu yağlar, rezin ve flavonlar içermektedir. Bu aktif bileşikler papatyaya iltihap ve spazm giderici, bakteri veya mantar öldürücü, ağrı kesici, yatıştırıcı ve sakinleştirici, antialerjik, kas gevşetici, antiseptik ve dezenfektan özellikler vermektedir. Yüzyıllardır güvenle yan etkisiz bir şekilde kullanılmaktadır.

Etkileri: Mide ekşimesi ve mide yanmasında etkilidir. depresyon stres ve sinirsel durumlara karşı sakinleştirici etkisi vardır. Soğuk algınlığı ve saman nezlesi, uykusuzluk problemleri, sindirim güçlüğü ve hazımsızlıkta kullanılır. Stresli kolon ve kalın bağırsak kasılması, bağırsak alerjisi, peptik ülser, kalınbağırsak iltihabı, böbrek ve safra kesesi taşlarına karşı çözücü, idrar arttırıcı etkileride vardır.

Kullanım: Hekim tavsiyesi ile önerilen dozlarda kullanılır. Bilenen herhangi bir yan etkisi yoktur

Saç Temizliği ve Bakımı

Saçlar, haftada en az iki kez saç tipine uygun şampuanlar veya sabunla yıkanmalı, yıkama suyu çok sıcak ya da çok soğuk olmamalıdır. Yıkama sırasında aşırı ovalamaktan kaçınılmalı, sık sık fön, sıcak kurutma, boya, bigudi, maşa, perma gibi saç kalitesini bozan uygulamalar yapılmamalıdır. Saçlar, uygun aralıklarla kestirilmeli, düzgün bir biçimde taranmalı, bu amaçla kullanılan tarak ve fırçaların temiz olmasına özen gösterilmelidir.

Saçlı deride kepeklenme varsa bir hekime danışılarak şampuan kullanılmalıdır.
Parazitlere bağlı bi hastalık olan bitlenme en sık saçlarda görülür. Saçlı deride kaşıntı, yaralar, saçlarda sirke adı verilen parazit yumurtalarının varlığında derhal bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Bu tip hastalıkların yayılmasında kişisel bakım eşyalarının, (tarak, havlu gibi) ya da giyeceklerin ortak kullanılması önemli bir yol oynamaktadır.

İlk Yardımın Tanımı, Önemi, İlke ve Hedefleri

Hepatit

Hepatit, çeşitli nedenlere bağlı olan karaciğer iltihabıdır. Virüsler, zehirli maddeler ve bazı ilaçlar hepatite neden olabilirler
Bu hastalığı birçok virüs meydana getirebilir. Biz, en çok görülen hepatit A ve B'den bahsedeceğiz

Hepatit A: Yakın temasla kolayca kişiden kişiye geçen bir hastalıktır. Mikroorganizma, bağırsaklarla atılır ve büyük abdestle çevreye bulaşabilir. Büyük abdestin bulaştığı sularla ve gıdalarla yayılım gösterir.
Çocuklar ve gençler arasında, sağlık koşullarının iyi olmadığı toplumlarda, daha sık görülür.

Belirtileri, ateş, halsizlik, bulantı, karın ağrısından sonra başlayan sarılıktır. Ama genellikle belirtisiz, fark edilmeden geçirilebilir. Birkaç haftada iyileşir.
Bulaşım, en fazla kuluçka döneminde olur. Kuluçka süresi 30 gündür. Sarılıktan sonra bir hafta daha sürer. Korunmada, dışkılamadan sonra ellerin iyice yıkanması, tuvaletlerin temizliği önemlidir.

A tipi hepatitte taşıyıcılık görülmez. Nadiren ağır karaciğer yetersizliğine neden olur.

Hepatit B: Kan ve kan ürünleri, virüs bulaşmış iğneler ve cinsel temasla bulaşır. Kan hastaları, uyuşturucu kullananlar ve sağlık personeline bulaşma riski daha fazladır.

Hastalıkta, iştahsızlık, hafif karın ağrısı, eklem ağrıları, sarılık görülür. Hastalık belirtileri olmadan da enfeksiyon geçirilebilir. Hastalaın vücut salgılarında virüs bulunur.

Yapılan çalışmalar, halkımızın yarısının hepatit virüsü ile karşılaştığını ve bağışklık kazandıklarını göstermiştir. Bu enfeksiyonu geçirenlerin taşıyıcı kalabileceği ve kalıcı karaciğer hastalığı hatta karaciğer kanserine neden olacağı bilinirse, önemi daha iyi anlaşılabilir.

Hastalığın özel tedavisi yoktur. Önemli olan korunmaktır.
Hepatit B hastalarının kanıyla, salgılarıyla kirlenen eşyalar dezenfekte edilmelidir. Hasta ile teması olanlara koruyucu antikor verilir, aşı yapılır. Yine, taşıyıcılarla cinsel ilişkisi olanlar ve risk altındaki grup, aşı programına alınır.